My guest John Sturrock is an internationally reco…
My guest John Sturrock is an internationally recognized commercial mediator and a “thought leader” in the area of mediation. He is also the Founder and CEO of Core Solutions advocating better conversations and better outcomes. John talks about how principles of mediation should be more commonly used in public services and contrasts the airline industry’s no-fault approach in the 1970’s with the health sector where the pressure on staff deserves recognition. He goes on to talk about why the social and political arena needs mediation, his concerns about climate change and how mediators can be more environmentally conscious. He also talks about his NHS Highlands report that was commissioned by the Scottish Parliament, the impact of Covid and his ‘Green Pledge’ which he hopes will encourage people to use online platforms to reduce unnecessary work-related travel. Lastly, we discuss his podcast and the positive feedback he has had on it.
Merhaba, uyuşmazlık çözümü üzerine yayınlar yaptığımız ‘Anlaşabiliriz’ podcast serisinin yeni bölümüne hoş geldiniz. Ben İdil Elveriş. Konuğum John Sturrock, dünya çapında İskoçya’nın en iyisi ve İngiltere’deki en başarılı arabuluculardan biri olarak kabul ediliyor. John 1999’da Birleşik Krallık’ta en üst avukatlık mertebesi Queen’s Counsel oldu. İskoçya Barosu’nun ödüllü ‘Avukatlık ve Savunma Becerileri Programını’ tasarlayıp, yönetti. Nisan 2020’de “Bir Arabulucunun Arabuluculuk, Müzakere, Politika ve Değişen Dünya Üzerine Düşünceleri isimli kitabının yanı sıra, birçok podcast bölümü yayımladı. Uluslararası alanda kabul gören ticari bir arabulucu olmasının yanında, John aynı zamanda arabuluculuk alanında bir düşünce lideri. Ben de John’u bu vesileyle, mediate.com sitesindeki Brexit üzerine olan yazısıyla tanıdım diyebilirim. Müzakere eğitimini Harvard’da alan John, müzakere, arabuluculuk ve iletişim alanlarında uluslararası tanınırlığı olan bir eğitmen, kolaylaştırıcı ve stratejik danışmandır. İş liderleri ve yöneticiler, kıdemli devlet memurları, başarılı sporcular ve parlamenterlerle çalışmıştır. En iyi arabuluculuk eğitmenlerinden biri olarak tanımlanmaktadır.
Bu programda, İskoç hükümeti tarafından yazmakla görevlendirildiği ulusal sağlık sistemi raporunu, İskoç şehir meclisinin toplantılarına katılım desteği gibi siyasi konulardaki tutum ve görüşlerini, ve arabulucular için yeşil taahhütnameyi tartışacağız. Tüm bunlar aslında John’un ünlü bir ticari arabulucu olmaktan çok daha ötede bir profil çizdiğini gösteriyor. Aslında toplumsal sorunlara arabuluculuk metotları ile değinerek arabuluculuk kültürünü yaygınlaştırıyor. Şimdi 22 Ekim 2020 tarihinde gerçekleşen görüşmemize İskoç sağlık sistemi raporunu konuşarak başlayalım.
Ticari arabulucular arasında siyasi ve sosyal konularla ilgilenmek pek yaygın değil, siz kendinizi nasıl bu alanda buldunuz? Bize lütfen anlatabilir misiniz?
Ticari arabuluculuk üstlendiğim rollerden yalnızca biri diyebilirim. Şu an bulunduğum yer olan İskoçya’da birçok farklı görevim var. Ticaret uyuşmazlıklarıyla ilgilenmek profesyonel hayatımın temelinde yer alıyor olsa da farklı hizmetler ve beceriler de sunuyorum sanırım. Bu çerçevede, iki yıl kadar önce İskoç hükümeti, NHS Highlands’deki birtakım iddiaları soruşturmakla ilgilenip ilgilenmeyeceğimi sordu. Onların akıllarında daha klasik bir şekilde kim hata yaptı, kim suçlu ya da tazminat veya eski hale getirme yöntemelerine başvurarak, insanlara yardım etmek gibi fikirler vardı. Ancak onlarla konuştuğumda, bu taleplerin bir arabulucu ya da kolaylaştırıcı olarak yapmakta olduğum işlere benzemediğini söyledim. İlk olarak insanları dinler, hikayelerini duyar, onlara değerli olduklarını hissettirir aynı zamanda neleri tecrübe ettiklerini anlamaya çalışırım. İkinci olarak, tüm bunların altında meydana gelen olaya nelerin sebep olduğunu araştırırım. Örneğin söz konusu olayda kurumun çeşitli birimlerinde zorbalık ve taciz gerçekleştiği iddiaları vardı. Nihayetinde üç parçadan oluşan program konusunda anlaştık. İlk olarak insanları dinleyecektim, sonrasında eğer yapabiliyorsam olayların altında yer alan sebepleri anlamaya çalışacaktım- bu aşamaya teşhis koyma aşaması da diyebiliriz. Son olarak birtakım tavsiyeler sunacaktım. Açıkçası tavsiye tabirini de doğru bulmuyorum zira en nihayetinde bazı öneriler ve teklifler ileri sürüldü ancak çözümler yerel halkın kendisi tarafından ortaya kondu. Görüşmelerde ortaya çıkan sonuçlar arabuluculuk düşüncesi, süreci ve becerilerinden geçti ve böyle bir sürecin içerisinde olmak benim için büyük bir ayrıcalıktı. Bu sebeple bana danışmışlardı. Diğer bir husus ise, bu soruşturmalar genellikle uzun sürüyor, adli soruşturmaya dönüşüyor ya da çok pahalı hale geliyor. Halihazırda İskoçya’da bu şekilde devam eden birçok soruşturma var. Bununla birlikte bu proje, ki ben gözden geçirme olarak tanımlıyorum, sanırım sadece üç ay sürdü. Her ne kadar iş süreç içerisinde büyümüş olsa da, en nihayetinde başlangıçta öngördüğüm zaman çizelgesine uygun olarak tamamladım. İlk başta bana olaydan etkilenen 50 ya da 60 kişinin olduğu söylenmişti ancak sonra yüzlerce, üç yüzü aşkın kişi ortaya çıktı. Sayıdaki ciddi artışa rağmen yine de raporun son halini vermek için yoğunlaştım ve bir kaç hafta daha uzun sürmüş olsa da tamamlayabildim. O işi yapmak ve raporu sunmak mümkün oldu. Sonrasında rapor hükümet tarafından yayınlandı, bu da çok cesaret vericiydi. Böyle bir işin parçası olmak bir ayrıcalıktı.
Sizce bundan sonra kamu hizmetlerinde arabuluculuğu daha sık görecek miyiz?
Görmeliyiz, görebiliriz. Ancak böyle olacak mı bu bambaşka bir konu. Çünkü insanlar neyin yanlış gittiğini ve kimin suçlu olduğu bulmak ve günah keçisi aramakla ilgilenen yargı eliyle başlatılan soruşturmalara alışkınlar. Oysa bu geçmişe dönük bir bakış açısı ve günümüz siyaseti ve karar alma mekanizmalarında sıklıkla görülüyor. Ama bu bakış açısının sorunu yüzeysel olması, neyin gerçekten işe yaradığı, yaramadığı ve bir dahaki sefere neyin daha iyi yapılabileceği ile ilgilenmemesi. Böyle bir ortamda, insanlar genellikle suçlu bulunmaktan korkuyorlar ve savunmacı bir eğilimde oluyorlar. Bu bakış açısı ne yapıcı ne de yardımcı oluyor. Oysa ben bir dahaki sefere neleri daha farklı yapabiliriz, ne öğrenilebiliriz gibi konulara yoğunlaşmaya çalışıyorum. Times gazetesinde köşe yazarlığı yapan Matthew Syed’ın bu konu hakkında yazılmış güzel bir kitabı var, adı “Black Box Thinking”. Kitabında havayolu endüstrisi ile sağlık sektörü arasındaki farklardan bahsediyor. 1970'lerde, bir dizi uçak düşmesi nedeniyle, havayolu endüstrisinin hata aramayan soruşturma yaklaşımını benimsemeye karar verdiğini anlatıyor. Bu yaklaşım genel hatlarıyla meydana gelen olayda neler yaşandığını, bunlara neyin neden olduğunu ve gelecekte bunlardan nasıl kaçınmak gerektiğini bulmayı hedefliyor. Bu da aslında havayolu endüstrisinde sorun çözmeye tamamen farklı bir kültür ve bakış açısı getiriyor. Bu yaklaşımı sağlık sektörüyle karşılaştırıyor ve sağlık sektöründe her gün ya da her hafta bir uçak kazası yaşanıyor. Elbette bizler bu konu hakkında çok fikir sahibi değiliz, bu konuda tecrübemiz olmadı, kitapta yazılanlar doğru da olabilir hatalı da. Ama büyük kurumsal yapılarda sıklıkla bir şeylerin yolunda gitmemesine ilişkin fikir üretemiyoruz. Ama bir şeyler her zaman kötü gider. İnsanız, hata yapıyoruz. İnsan kötü olduğu için değil, baskı altında olduğu için, sistem etkili çalışmadığı için veya herhangi bir sebeple. Bu gibi soruşturmalar yaygınlaşır mı, emin değilim, isterdim. Buna ilişkin daha yenilikçi çalışmalar var ama bunlar teorik düzeyde kalıyor. İhtiyacımız olan şey aslında bu raporları talep edenlerin düşünce kültürünün değişmesi.
Birilerinin hesap vermesini seviyoruz. Hesap verilecekse o zaman o da başkasını sorumlu tutmayı yeğliyor.
Hesap verme ve mesuliyette sorun yok… İnsanların meydana gelen olayları sahiplenmesi lazım. Ancak suçlama, kusur bulma, yaptırım ve cezalar, ilgili kişiye ve kuruma ciddi zararlar verebilir. Biz arabulucular olarak bunu biliyoruz. Başkalarını ne kadar suçlamak istesek de, bu sonuçta bizi sıfır toplamlı bir oyuna götürebilir veya olabileceğin çok altında sonuçlar yaratır. Hatta sıklıkla daha kötü sonuçlar. Daha iyi bir sonuç elde etmek istiyorsak yıkıcı değil yapıcı olmalıyız.
Raporun bulgularına gelelim özellikle salgın çerçevesinde. Sağlık çalışanlarının durum ve şikayetlerini düşünürsek, raporunuz veya bu rapordaki bulgular şu an içinde bulundukları durumla ilişkilendirilebilir mi?
İki durum arasında paralellik kurmak çok zor. NHS çalışanlarının şu anda içinde bulundukları durum hakkında çok fazla fikir sahibi değilim. Benim hazırlamış olduğum rapor İskoçya’nın belirli bir yerindeki, belirli koşullar altındaki duruma özgü bir değerlendirmeydi. Bazı kısımlar ise ilgili kuruluşa özel analizler içeriyordu. Bu sebeple doğrudan bağ kurmak istemem. Ancak, tüm bunların altında baskı ve korku hisleri, yerine getirilemeyen beklentiler ve tüm bunlara karşı verilmiş insani tepkiler yatıyor. Sağlık sektöründe, toplumdaki diğer sektörlerde, hatta belki hepsinde insanlar baskı altındalar. Bu baskı şayet iyi anlaşılmazsa, ruhsal ve fiziksel etkiler bırakabilir. Şu an Covid-19 ile allah bilir… Aslında biliyoruz da, sağlık sektörü çalışanları büyük baskı altında. Hem kolektif olarak hem bireysel anlamda. Buna karşı çok hassas ve bilinçli olmalıyız. Buna karşı anlayışlı olmalıyız. Bu süreçte ulusal ve belki de uluslararası düzeyde sağlık sektöründen ne beklediğimiz konusunda bir diyaloga ihtiyacımız olduğunun farkına vardım. Bilimsel olarak mümkün çok şey var. Ama kaynaklar ve zaman sınırlı. Ve insanların cevap verebilme becerisi sınırlı olacak. Salgınla bunlar daha da kötüleşti. Daha fazla sınırlamalar getirerek, sağlık sektörü üzerine oturup düşünmemiz gerek. Tüm bu etkenlerin günümüzde önemli olduğunu düşünüyorum. Bu konuda düşünceli ve hassas olmalıyız. Yaratıcı çözümler bulmamız gerekiyor. Elbette bu tutum sağlık sektörüyle sınırlı kalmamalı, her sektör için, örneğin bakım sektörü için de bu saydıklarım geçerli.
Tüm kamu hizmeti çalışanları için aslında…
Evet. Kesinlikle. Kamu için konuşuyoruz ancak özel sektör de hizmet sunuyor. Özel sektörün kar amacının olması sebebiyle onu kötü görme eğilimindeyiz. Ancak refah yaratmadan kamu hizmetlerinin sürdürülebilir olması mümkün değil. Burada nüans lazım. Modern toplumun karmaşıklığını, kamu ve özel sektörün karşılıklı ilişkisini, birbirlerine olan bağımlılıklarını gören bir anlayışa sahip olmalıyız. Tüm bunların yanında, gönüllü hizmet veren sektörleri de unutmamalıyız. Gönüllüler modern topluma ve modern toplum içerisinde hizmet sunumuna çok katkıda bulunuyorlar.
Hazır yeri gelmişken, siyasi konulara ilişkin tutumunuzu da sormak istiyorum. Birçok ticari arabulucu bu konularla ilgili değil. Bunu da etik sebeplerle, arabulucunun tarafsızlığı, objektiflik gibi sebepler bağlamında meşrulaştırıyorlar. Siz daha farklı bir yaklaşım benimseyerek, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkması ve sağlık raporunda olduğu gibi, fikir beyan ediyorsunuz. Aynı zamanda yurttaş meclisiyle de ilgilendiğinizi biliyorum. Bize bu konuyu biraz açıklayabilir misiniz?
Evet, ilk olarak tarafsızlığı ele alalım. Kim tam anlamıyla tarafsız olduğundan bahsedebilir ki? Örtülü önyargılarımızı düşünecek olursak, hepimizin kendi geçmişi, mirası, inançları, değerleri var. Bu nedenle daha dikkatli olmak gerekir. İnsan ancak tarafsız davranmaya çalışır özellikle ticari arabuluculuk ortamı buna mükemmel bir örnek. Biz arabulucular her zaman tarafsız olmaya çalışırız ve bunu başarabiliriz de. Ancak kendi kişiliğimiz, önyargılarımız ve eğilimlerimiz konusunda biraz alçak gönüllü olmamız gerekiyor. Siyaset konusuna gelince, ben ve başka arabulucuların arabuluculuğun değerlerini, yaklaşımlarını ve becerilerini, siyasi ve politik dünyaya taşıyabileceklerini, hatta taşımaları gerektiğini düşünüyorum. Ancak siyasi derken partizan bir bakış açısını kastetmiyorum, tam tersi bir yaklaşımı benimsedim. İnsanların sıklıkla kendi başlarına yapamayacakları iletişimi kurmalarına yardımcı olacak şekilde. Tüm siyasi partilerden ve siyasi görüşten insanlarla birlikte çalıştım. Elbette benim de görüşlerim var, ancak bu görüşler yaptığım işlere girmiyor. Benim değerlerim ve yapmayı üstlendiğim bir takım taahhütlerim var. Arabuluculuk değerlerinin tüm bu bahsettiğimiz konular içinde esaslı bir yeri olduğu ve bu sebeple arabulucular ile siyaset arasında aslında güçlü bir ilişki olduğunu kanaatindeyim. Dinleme; anlama; saygı; diyalog. Bu değerler veya kavramlar sözkonusu olduğunda tarafsız değiliz. Arabulucular olarak bu değerleri temsil etmek ve topluma tanıtmak bizim yükümlülüğümüz. Varolduğum dünyada ben, saygılı iletişim kurma, politikacıların birlikte çalışabilecekleri ve çalışmaları gerektiği, insanlar arasındaki ortak noktaların farklılıklardan fazla olduğu fikirlerini yaygınlaştırmayı amaçlıyorum. Farklı politik hareketler arasında köprüler kurulmadıkça, çıkmaz veya yıkıcı etkiler doğar. Ben bu konuda rahatım. Hatta birçok meslektaşıma göre daha rahat olduğum yer, örneğin İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılması konusuna dair yorum yapmak. Daha birkaç hafta önce, The Times gazetesinde uluslararası bir anlaşmadan çekilmeye dair siyasi bir karar olarak görülen ve hükümetin yaptığı iddia edilen şeyin, zayıf bir müzakere stratejisi olarak görülebileceğini belirttim. Çünkü bir müzakerede karşı tarafı endişelendirme ve kızdırmanın benim etkili müzakere anlayışımla örtüşmediğini açıkladım. Nelson Mandela ya da boyun eğmeden anlaşma kitabındaki örneklerden bahsettim. Eğer tüm güce sahipseniz, tüm kartlar sizin elinizdeyse, bu anlaşılabilir bir yöntem olabilir. Ama burada öyle değil. Başkaları farklı düşünebilir. Bu Birleşik Krallık hükümetinin müzakere duruşunun dolaylı ya da doğrudan eleştirisiydi. Bu konuda hiçbir sorunum yok. Bunun yapabileceğim birtakım iş veya hizmetlerde, benim tercih edilmememe neden olabileceğini de kabul ediyorum. Ben bu riski göze alıyorum. Bazı meslektaşlarıma göreyse hayır, biz bu işin içinde yer almamalıyız, her zaman uygun olmalıyız. Siyasi görüşlerimizi ifşa etmemeliyiz. Buna da tamam. Herkesin bildiği bir şey var. Benim bakış açıma göre, arabuluculuk amaca ulaşmak için bir araç. O amaç da özel alanda yaptıklarımızı kamusal alandaymış gibi artırmak. Benim diğer meslektaşlarım içinse, ki bu da eşit derecede geçerli bir görüş, arabuluculuk bir amaç. Mükemmel arabuluculuk hizmeti sunmak istiyorlar. Ben bunu destekliyor ve anlıyorum. Ticari arabulucu şapkamı taktığımda ben böyleyim. Ancak benim başka bir yanım da var. İçinde bulunduğum toplumda fark yaratma fikrine sıcak bakıyorum ve buna dair bir taahhüdüm var. Ve açıkçası, türümüzün devamının buna bağlı olduğuna inanıyorum. İklim değişikliği ve hatta bu salgında dahi birbirimize yardım eden menfaat bazlı bir anlayış benimseyerek yaklaşmazsak, önümüzdeki yıllarda ve nesilde ciddi problemler yaşayacağız. Türümüzün büyük ölçüde hayatta kalması bizlerin şu an nasıl yaşadığına bağlı.
Siz Amerika’daki tabiriyle ‘kamusal siyasa arabuluculuğuyla’ yani birbirinden ayrı, kutuplaşmış tarafları bir araya getirmekle, onların müzakere etmesiyle ilgileniyor ve bunun gerekliliğini savunuyorsunuz. Şayet sizi doğru anladıysam, arabuluculuk ilkelerinin toplumsal-siyasal alanlara uygulanması gerektiğine inanıyorsunuz.
Evet, ama bunu yaparken siyasi bir görüş takınmıyorum. Elbette rahat edemediğim bazı siyasi durumlar da olduğunu kabul ediyorum. Birkaç yıl önce katıldığım bir konferansta tartışıyorduk. Ukrayna’dan bir arabulucu, arabulucu olmanın insanı Batılı liberal değerlere yaklaştırdığını söylemişti. Arabuluculuğun, otoriter bir rejimin dünya görüşüne uymayacağını, bu sebeple de arabuluculuğun cesaretlendirilmek istenmeyebileceğini söylemişti.
Birçok açıdan olduğu gibi teknolojinin uyuşmazlık çözümü alanında kullanımı konusunda da bir ikon kırıcısınız. Bildiğim kadarıyla kendi podcastini yapan tek kişisiniz. Bize podcast yapma fikrine nasıl vardığınızı, her hafta veya iki haftada bir kısa konuştuğunuz formatınızı anlatabilir misiniz?
Bu alanda tek olduğuma inanamıyorum, benden başka da podcast yapan birileri vardır sanırım. Salgının başlamasıyla birlikte iş yoğunluğum ani bir şekilde azaldı, yapacak hiçbir şeyim kalmamıştı. Dürüst olmam gerekirse, kendimi iyi hissettiğim bir dönem değildi. Bir süredir zaten podcast yapma fikrini düşünüyordum ancak nasıl yapabileceğimi bilmiyordum. Bir gün oturdum ve podcastin ilk bölümünü kaleme aldım. Sonrasında bunu nasıl yapabileceğimi düşündüm. Sanırım bir yerlerde okumuştum, belki de oğlum bana söylemişti hatırlayamıyorum, iphone için mikrofon satın alabileceğimi öğrendim. Telefonuma uygulama indirdim. Mikrofon için bir tutucu aparat satın aldım. Telefonumu bu tutucu aparata koyup, mikrofonumu açıp yazdığım metni okumaya başladım. Tam anlamıyla kayıt alabilmek için iki üç deneme yapmam gerekti. Kolay oldu. Soundcloud isimli platforma kayıtlarımı yükledim ve birden üç dört dakikalık çalışmam herkese açılmış oldu. Yaptıklarımın sonucu nereye varır bilemeden yüklemeyi yaptım. Birileri kaydı gerçekten faydalı bulduğunu yazdı. Bu kişi sağlık sektöründeydi. Böyle olunca kendi kendime bu işe devam etmeliyim dedim. Kaydettiğim podcastler birbirini izlemeye başladı. Başlarda, haftada iki podcast yayınlıyordum ancak birileri bana bunu sürdürülebilir olmadığını söyledi. Sonrasında haftada bir podcast ile bir süre yoluma devam ettim. Yapmayı hedeflediğim şey kendi fikri mülkiyet eserlerimi, liderlere ve profesyonellere yönelik yürütmekte olduğumuz arabuluculuk eğitiminde kullandığımız materyalleri paylaşmaktı. Kariyerimin bu noktasında bilgiyi paylaşabildiğim kadar çok insanla paylaşmak istiyorum. Bu zamana kadar fikri mülkiyetimiz konusunda çok korumacı olduk. Ben şimdiki bilgilerimi birçok farklı insandan öğrendim ve bu bilgiler bu sebeple orijinal değiller. Diğerlerinin bana öğrettiklerinden yola çıkarak kendi yolumu çizdim. Bugüne dek 19 podcast yayınladım ve bu sayıyı 20’ye çekmeyi hedefliyorum. Tüm podcastlerin metinleri internet sitemizde bulunuyor, bu metinlerle bir kitap çıkarmayı düşünüyorum. Bu metinleri ve podcastleri çevrim içi eğitimlerimizde kullanacağız. Tüm bu materyaller bizden eğitim alan katılımcılar için çok faydalı oluyor. Genç hukukçular için hazırlanmış bir internet sitesine gönüllü olarak destek oluyorum ve hazırlamış olduğum podcastleri sitenin kullanıcılarına açıyorum. Bahsettiğim tüm bu faaliyetler birdenbire oldu. Doğru yolda olduğuma, yaptığım şeylerin doğru olduğuna inanıyorum. İnsanlar üretmiş olduğum içerikleri faydalı buldukları içinde minnettarım.
Podcastlerinize ilişkin ne gibi yorumlar alıyorsunuz?
Birden fazla nazik yorum aldım. İnsanlar yürüyüş yaparken dinlediklerini söylüyorlar. Bazı insanlar katıldıkları toplantılarda, içine girdikleri bazı durumlarda podcastlerimin faydasını gördüklerini söylediler. Elbette ki yaptığım yayınları beğenmeyen insanlar vardır ancak bunu benimle kimse paylaşmadı. Çok cesaretlendirici mesajlar alıyorum, bu da beni daha fazla üretmeye teşvik ediyor. Yaptığınız işi birkaç hafta sürdürürseniz ve insanlar bundan memnun kalırsa, bu sizin katkınız olur. Sürekli yapmak zorunda değilsiniz. Tüm projelerde olduğu gibi, belirli bir zaman geçtikten sonra yapılması gereken yapıldı deyip, projenizle vedalaşmanız gerekir. Bu sebeple bir işi sürekli yapmak için bir sebep yok aslında. Size de aynı şeyi tavsiye ederim. Her iş için bir ritim, bir dönem, zaman ve yer vardır. Formata gelecek olursak, kısa olması benim bilinçli bir tercihimdi. Programlarımın çoğu dört ya da beş dakika. Bunun sebebi konuların kısa ve net olmasının yanında, kısa sürede ana mesajı verme isteğimdi.
Onarıcı adalet kavramını seviyorsunuz. Joe Berry ile gerçekleştirdiğiniz röportajı izledim. Jo Berry’nin babası İrlanda Cumhuriyet Ordusu İRA tarafından üstlenilen bir bombalı saldırıda ölmüş. Dolayısıyla uluslararası barış müzakereleri ile de ilgili misiniz?
Onarıcı adalet kavramıyla çok büyük bir tecrübem olmadı ama çok önemli bir kavram olduğu açık. Jo Berry, babasının öldürülmesi gibi acı bir deneyim üzerine çalışmış olağanüstü bir hanımefendi. Babasının ölümüne neden olan bombayı yerleştiren insanla birçok kez bir araya gelmiş, onu anlamaya çalışmış ve onunla uzlaşma ve iyileşme üstüne konuşmuş, çalışmış bir kadından bahsediyoruz. Bununla yakından ilgileniyorum. Dünyamız ve barışın tesisini ve devamını nasıl sağlayacağımızla yakından ilgileniyorum. Daha önce bahsettiğim gibi, yaşadığım ülkede yalnızca arabulucu olmak değil bunun sınırlarını genişletmek istiyorum. Ben yerel düzeyde çalışmanın önemine inanan biriyim. İhtiyaç duyduğumuz uzlaşı ve iyileşme uluslararası ölçekte olduğu kadar yerel ölçekte de gerekli. Belki de iklim değişikliği konusu haricinde bahsettiklerimi gerçekleştirebilecek imkan pek göremiyorum. Küresel ısınma hem ilgimi çeken hem de beni ciddi anlamda endişelendiren bir konu. Burada Glasgow’da bugünlerde küresel ısınmaya ilişkin bir konferans gerçekleşecekti. Salgın sebebi ile çevrimiçi gerçekleşti. Dün arabulucular arasında yeşil taahhütnameyi hayata geçirdiğimiz küçük bir gruba dahil oldum
Bahsettiğiniz taahhüt salgından önce de vardı sanırım. Bir nevi arabulucuların mesleklerini icra ederken çevreye duyarlı olmalarını, seyahat, konaklama, belgelerin üretilmesi gibi konularda çevreye duyarlı seçenekleri tercih etmelerini teşvik ediyorsunuz. Arabuluculuk camiasının buna nasıl tepki vereceğini düşünüyorsunuz? Özellikle salgın sona erdiğinde arabuluculuk görüşmeleri yüz yüze olmaya döner mi sizce? Ya da tüm bu yaşananlardan herkes bir ders mi çıkaracak?
Arabulucular ve iklim değişikliği konusunda bir blog yazısı kaleme aldım. Yazıda arabulucuların uyuşmazlık çözümüne ve iklim değişikliğine ne gibi etkilerinin olabileceğinden bahsettim. Yazım sanırım Şubat ayında Kluwer’in sitesinde ve mediate.com’da yayınlandı. Sonra bambaşka bir dünya göründü. Yazımın yayınlanmasının ardından yakın arkadaşlarımdan Anna Howard bana ulaştı ve tahkim hakemlerinden Lucy Greenwood’un önderliğinde kurulmuş olan yeşil mutabakattan bahsetti. Bunun ardından, bir grup arabulucu iki üç ay bir araya gelerek, arabulucular arasında yeşil mutabakatı kaleme aldık. İlk yazdığımız birçok şeyin salgın sebebiyle değişmek zorunda olduğunu fark ettik çünkü artık neredeyse her şey çevrim içi gerçekleşiyor. Görünüşe göre hepimiz Zoom platformunu ya da diğer çevrimiçi platformları kullanarak arabuluculuk yapmada uzman olduk. Bu taahhüdün biraz değiştiği anlamına gelse de yine de önemini büyük ölçüde koruyor. Zira salgında ne olursa olsun, iklim değişikliği sorunu ortadan kaybolmadı. Arabulucular olarak karbon ayak izimizi azaltmak ve çevre dostu olabilmek için elimizden gelen her şeyi yapmamız gerek gibi görünüyor. Normale dönecek miyiz sorusuna gelince, dönmeyeceğimizi düşünüyorum. Yakınlarda katıldığım bir toplantıda çevrimiçi arabuluculuğun norm, yeni normal, yüz yüze arabuluculuğun ise istisna veyahut insanların talebine göre bir seçenek haline geleceğinden bahsedildi. Çevrimiçi arabuluculuk kavramını beğenmiyorum çünkü biz çevrimiçi platformları müvekkillere, insanlara yardımcı olabilmek adına bir araç, bir ortam olarak kullanıyoruz. Sonucun ne olacağını tam bilemeyeceğimizi düşünüyorum. Belki insanlarda eskiye geri dönmek için bir istek oluşacak. Yine de bir çok sebepten dolayı eski yaşantımıza tamamen dönmenin mümkün olmadığı fikrindeyim. Öncelikle bu virüs yok olmayacak ve bizler her zaman viral enfeksiyon riskinin farkında olacağız. Diğer yandan iklim değişikliği, alışkanlıklarımızı ve uygulamalarımızı değerlendirmemiz için bize baskı yapmaya devam ediyor. İnsanların daha düşünceli olacağını umuyorum. Yeşil mutabakatın biz arabulucuların çevreye yaklaşımı içerisinde küçük bir pay oluşturacağını, mesleğimizi icra ederken çevresel değerlere karşı daha hassas olmamızı sağlayacağını ve bu çerçevede kullanılabilen her ortamda arabulucuların çevrimiçi platformları kullanacağını düşünüyorum. Günümüzde hemen hemen her etkinlik ve buluşma çevrimiçi gerçekleşiyor. Bu platformları kullanarak ne kadar etkili bir şekilde arabuluculuk yapabildiğimizi görmek beni gerçekten büyülüyor. Elbette yüz yüze arabuluculuk ile aynı değil, ancak bazı durumlarda daha bile iyi olduğunu söyleyebilirim. Bazı insanlar çevrimiçi arabuluculukta kendilerini çok daha rahat hissediyorlar ve kendilerini açıklamaları kolaylaşabiliyor. Konuşmaların açık ve samimi geçmesi beni her zaman etkiliyor. Diğer bir açıdan bakarsak, çevrimiçi arabuluculuk, ulaşım, seyahat masraflarını ve güçlüklerini azalttığı gibi, birçok insanı tek bir odada toplamanın getirdiği zorlukları da ortadan kaldırmış oldu. Bu sebeplerle yeni usullere daha açık olmamız gerektiğine inanıyorum. Günümüzde ‘hibrit’ tabiri sıklıkla kullanılıyor ancak ben bu eşiği çoktan geçtiğimizi düşünüyorum. Gelecekte her şey çok farklı olacak ve umarım yeni teknolojilerden yalnızca çevresel hassasiyetler sebebiyle değil konuştuğumuz başka etkenleri de göz önünde bulundurarak faydalanırız.
Çok iyi. Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Elli dakikalık sohbetiniz, harika sorularınız ve bana bu şekilde konuşma imkanı sunduğunuz için ben teşekkür ederim. Hoşuma gitti. Söylememi istediğiniz başka ne var?
John ile gerçekleştirdiğimiz görüşmeyi özetlemek gerekirse, kurumsal veya sosyal sorunları ele alırken gereken yaklaşımın suçlamak ve adli soruşturma yapmak değil, dinlemek ve teşhis koymak üzerine olması gerektiği vurgusu çok önemli. Verdiği havacılık sektöründeki hata aramayan soruşturma yaklaşımı da bir o kadar önemliydi. Neyin yanlış gittiğini anlayabilmek için paydaşları korkutmaktan ve onları savunmaya geçirecek anlayıştan uzaklaşmak gerekiyor. John günümüz dünyasının ve modern toplumların karmaşık problemlerine karşı daha fazla nüansa, anlayışa ve hoşgörüye ihtiyacımız olduğuna, bunlara karşı kolay ve önceden hazırlanmış tek tip reçetelerin etkili olmayacağına işaret etti. John ayrıca, bir konuya siyasi yaklaşmakla partizanca yaklaşmak arasındaki farka değindi ve arabuluculuğun nasıl bazı değerleri teşvik etmek amacıyla araç olarak kullanılabileceğinden bahsetti. Son olarak salgının John’un podcast bölümleri hazırlamasına ön ayak olduğunu, arabulucular için kaleme alınan yeşil mutabakatın yine salgın sebebi ile değişikliğe uğradığını da öğrenmiş olduk.
Umarım bu programdan memnun kalmışsınızdır. John`un fotoğrafını Anlaşabiliriz’in Instagram hesabında, görüşmemizin Türkçe çevirisini blogda paylaşacağım. Çeviri için Şimal Efsane Yalçın’a teşekkür ederim. Son olarak Twitter hesabımda bu görüşmeye ilişkin paylaşımlarım olacak. Programa ilişkin görüş ve önerilerinizi benimle (ielveris@icloud.com) paylaşırsanız çok memnun olurum. Anlaşabiliriz podcast sponsorum Alper Koç ve tanıtım konusunda bana yardımcı olan Can Aksoy’a teşekkürlerimi bir borç bilirim. Bir sonraki programda görüşmek üzere.
Founder, CEO and Senior Mediator at Core Solutions
John Sturrock who is "universally regarded as Scotland's finest mediator" and one of UK's best Mediators. He became a Queen's Counsel in 1999 and, designed and led the Scottish Bar's award-winning advocacy skills programme. He also published in April 2020 a book called “A Mediator’s Musings” and has recently released a series of podcasts.
John is an internationally recognized commercial mediator but also a “thought leader” in the area of mediation. In fact, this is how I got to know him: through reading his writings in www.mediate.com one of which was about Brexit. Trained in negotiation at Harvard, he is an internationally recognised coach, facilitator and strategic adviser in the fields of negotiation, mediation and communication and has worked with business leaders and executives, senior civil servants, top athletes and parliamentarians and has been described as "one of the best teachers of mediation."