Travma nedir? Corona virüsü travmatik bir olay mı…
Travma nedir? Corona virüsü travmatik bir olay mıdır, diğer travmatik olaylardan farkı nedir? Her travmatik olay herkeste travma yaratır mı? Travmalarla yüzleşmenin, aile, iş ve diğer kişisel ilişkilerde yaşanan anlaşmazlıkların çözümüne katkısı nedir? Travma, empati göstermeye, seçenek geliştirmeye nasıl engel olur?
Merhaba Corona günlerinin üçüncü Anlaşabiliriz’i ile karşınızdayım. Bir duyuru ile başlamak istiyorum aslında. Bundan bir süre önce Anlaşabiliriz’in İnstagram hesabında bir anket yaparak, “İngilizce yayın da yapayım mı?” diye sormuştum takipçilere. Büyük oranda “evet” cevabı aldım, bunun üzerine sırf İngilizce ve ayrı bir podcastin mi başlatmalıyım diye düşündüm. Ancak sonunda mevcudu iki dilli yapmaya karar verdim. Böylece Anlaşabiliriz’in İngilizce adı We Can Find A Way oldu. Dolayısıyla daha önce İngilizce yapılmış orijinal programları, konuştuğum kişilerden izin alarak, yavaş yavaş İngilizce olarak da yükleyeceğim. İngilizce yapılan yeni programları da önce seslendirmesiz sonra Türkçe seslendirme ile yüklemeyi planlıyorum. Bu arada da daha önce bir programda yaptığım seslendirme yardımı çağrımı duyan ve Hollanda’dan bana ulaşan Ayşegül Domaniç’e de çok teşekkür ediyorum. İnsanlara ulaşabilmek çok güzel. İlk fırsatta kendisinin seslendirme yardımından faydalanmayı düşünüyorum.
Evet bugünkü programda travma konusunu ve travmaların uyuşmazlıklarda ve alternatif uyuşmazlık metotları sürecinde takındığımız bir takım davranışlara etkisini ele alacağım. Bunun iki sebebi var. İlki Corona günleri aslında travma yaratmaya çok müsait. Zira virüs nedeni ile sağlığımızın ve hayatı yaşayış biçimimizin tehlikeye girmesi aynı kaza, deprem gibi beklenmedik ve ani bir olay. Ama onlar geçip giderken Corona halen devam ediyor, hatta daha ne kadar süreceğini de bilmiyoruz. Bunun hayatımızdaki temel duygulara etkisi büyük. Bu nedenle Corona virüsünü travma kapsamında ele almayı düşündüm. İkincisi de biraz kişisel bir neden, ben uzun zamandır travma konusu ile ilgileniyorum. Zira sebebini bilmediğim bir travmam var. Belirli durumlarla karşılaştığımda bayılıyorum, neden böyle ya da buna ne sebep oldu diye araştırmaya başladığımda vücudumun verdiği bu bayılma reaksiyonunun “kaç”, “savaş” veya “don” olarak ifade edilen üç seçenekten; donma tepkisi olduğunu öğrendim. Hatta bu konuda Bessel Van Der Kork tarafından yazılmış “The Body Keeps the Score” adlı kitabı okumam önerildi. Türkçe’ye “Beden kayıt tutar, travmanın iyileşmesinde beyin, zihin ve beden” olarak çevrilmiş. 230. sayfadayım ve müthiş şeyler öğrendim. Normalde böyle akşamları yatarken okuyacağınız bir kitap değil belki ama gerçekten okumaya başladığımdan beri elimden bırakamıyorum.
Travmanın kelime kökenini de bu programı hazırlarken öğrenmiş oldum. Aslında birazda şaşırdım çünkü hem böyle etimoloji ile ilgilenen birisiyimdir, hem de Yunancayı çok seven birisiyimdir. Anlamı “yara”. Yani neyin yaralanması? Corona virüsünü diğer stresli şeylerden ayıran nedir? Travma niye olur? Travma ile nasıl başa çıkılır? Ve özellikle iş, aile ve diğer ilişkilerde travma sahibi olma hayatımızda neler yaratıyor? Bu programdaki konuğum anlatacak. Uzman klinik psikolog Ayşegül Kalem, lisans eğitimini psikoloji dalında Boğaziçi Üniversitesinde ve yüksek lisans eğitimini San Francisco State University’de Klinik Psikoloji alanında tamamladı. Uzun zamandır yetişkinler, ergenler ve çiftlere danışmanlık hizmetleri vermektedir. İlişki problemleri; depresyon; kaygı; travma; ölüm ve yas; kişilik bunalımları; kişisel gelişim ve çeşitli hastalıklarla mücadelede yaşam kalitesini artırma, çalışma alanları içerisindedir. Bireysel ve takım sporcuları, sanatçılar, yöneticiler ve öğrencilerle performans geliştirme çalışmaları yapıyor, aynı zamanda koçluk çalışması da var. Halihazırda Yeni Psikoloji’nin kurucu ortağı, aynı zamanda Bahçeşehir Üniversitesi’nde ders veriyor. Türk Psikologlar Derneği travma biriminde psikolojik acil müdahale ekibi gönüllüsü ve bu kapsamda çeşitli afetlerde gönüllü olarak görev aldı. 2013 yılında basılan ‘Terapi odamda kesişen’ öykülerimiz isimli bir de kitabı var. Şimdi kendisiyle 28 Mart 2020 tarihinde yaptığım mülakata geçebiliriz.
İE: Çok teşekkürler, bugün benimle birlikte anlaşabiliriz de olmayı kabul ettiğiniz için.
AK: Ben teşekkür ederim.
İE: Bize Uzman Klinik psikolog olarak, travma nedir anlatır mısınız?
AK: İdilcim çok geniş bir kavram ve çok değişime uğramış bir kavramdan bahsediyoruz aslında. O yüzden böyle ne kadar küçültüp kapsül halinde verebilirim bilemiyorum. Travma çünkü bir olay değil, travma aslında psikolojik bir yara. Türkiye’ye Yunanca’dan gelen bir kelime travma. Biz bunu tıptan zaten biliyoruz, fiziksel yaralar olarak. Psikolojik travma dediğimiz şeyde bizim görünmeyen yaralarımız aslında, ruhumuzun yaralanmaları diyelim, sinir sisteminin yaralanması diyelim. Aslında kapasitesinin dışında zorlanıyor olmasıyla ilgili bir süreç diyeyim. Travmatik olaylar vardır, travmatik nitelikteki olaylar yaşadığımız zaman bizleri travmatize edebilecek nitelikteki olaylar. Ama her travmatik olay travmaya sebebiyet vermez. Herkeste de travmaya sebebiyet vermez. Bunları biraz daha geniş çaplı anlatmaya çalışacağım ilerleyen dakikalarda. Ama travmatik olay diye bakacak olursak, bu aslında geçmiş deneyimlerinizle geleceğe dönük hedefleriniz, beklentileriniz, kurgu dağıtan, bizim hayatımızın sürekliliğini bozan, böyle bir anda hayatımızın ortasına bomba gibi düşen bir deneyim, yaşantı aslında. Tıpkı içinde bulunduğumuz süreç gibi.
Travmaya karşı verdiğimiz tepki de sinir sistemimizin günlük yaşantımızın içerisinde verdiği tepkiden farklı olduğu için zaten, daha farklı bir etki yaşıyoruz ve travmatize olmaktan bahsediyoruz. Normalde sinir sistemimiz bizi hayatta tutuyor olmayı önceliklediren bir sistem, dolayısıyla herhangi bir tehdit algısıyla karşılaştığımız zaman otomatik olarak devreye girer ve “kaç-savaş” tepkileri verir. Yani bu sıklıkla duyduğumuz bir şeydir belki. İlk etapta ne yaparız bir durum olduğunda eğer ki zamanımız varsa, alanımız varsa ve kuvvetimiz varsa kaçarız, eğer ki kaçacak bir alan yoksa var gücümüzle savaşmaya çalışırız. Bu her ikisinin de vuku bulamadığı noktalarda da “donma” tepkisi dediğimiz yani ne kaçabiliyoruz, ne savaşabiliyoruz donma tepkisini yaşantıladığımız hal. Aslında sinir sistemindeki sıkışma dolayısıyla travmatize olma dediğimiz hal.
Travmatik olayda da hayattaki diğer stresli durumlardan ayıran temel şeyler beklenmedik olması yani böyle bir hazırlıksız yakalanıyoruz. Bugün yaşadığımız şeye baktığımızda işte “orada bir köy var uzakta” şeklinde Çin’de bir salgından bahsediliyor, dünya üzerinde bir çok travmatik olay oluyor, her an oluyor, bireysel seviyede oluyor, toplumsal seviyede oluyor, ulusal seviyede oluyor ama bizden uzak olduğu noktada bir yerlerde yaşanan bir durum olarak bakıyoruz buna. O yüzden bizler için beklendik bir şey de değildi Çin’in dışındaki coğrafyalar için. Yani bir virüsün yayılıyor olması ihtimalinin buralara bu hızla gelebileceğine dair aslında pek bir hazırlığımızda yoktu. Dolayısıyla şu an içinde bulunduğumuz durumun niteliklerinden bir tanesi, beklenmedik olması. Bambaşka planlar içerisindeyken bizler, bir anda hayatımıza korona virüsü diye bir şey girdi ve hiç belki de deneyimlemediğimiz şekilde evlerimizde yaşantılarımızı sürdürüyor olma haline girdik. Bir bu var yani beklenmedik olma, dolayısıyla hazırlıksız yakalanmamız. Gerçekleşme olasılığı genelde daha düşük olan olaylar, travmatik nitelikteki olaylar. Yani ben şu ömrümde bir global bir şekilde bir virüs salgınının bir parçası olacağımı düşünmezdim. Bilmiyorum sen ne kadar şaşkınlık yaşıyorsun bununla ilgili?
İE: Oldukça…
AK: Ama hani bir çoğumuz için geçerli hatta jenerasyonlar arasında bile yani kendi annemle babamla konuştuğumuz zaman işte ne bileyim onlar ne darbeler gördü, işte…
İE: Yokluk gördü
AK: Ekmek kuyruklarına girdiler, yokluk gördü falan yani travmatik nitelikteki bir çok başka yaşantıya maruz kaldılar. Ama burada böyle bir jenerasyonlar arasında bile fark olmayan ve ilk defa yaşantılama halimiz var. Dolayısıyla böyle gerçekleşme olasılığı düşük olan olaylar, daha travmatik nitelikte olan olaylar ve kontrol edebilme ihtimalinin düşük olduğu haller ki yine bu özellikle içinde bulunduğumuz durum. Galiba bu anlamda en kuvvetli karakter özelliği bu salgının. Çünkü gerçekten kontrol edilebilme hali çok daha zor. Elimizden gelen yapabileceğimiz şeyler var kendimizi korumak, etrafımızı korumak adına önleyici faktörler dediğimiz şeyler olarak düşünebiliriz bunu. En basitinden evimizde kalıyor olmak. Bu da travmatik bir yaşantının içerisinde biraz önce söylediğim şey vardı ya kaç-savaşın gerçekleştiği noktada. Biz şu an donma tepkisi vermiyoruz aslında. Yani içinde bulunduğumuz süreçte, mücadele eder bir haldeyiz ama süregelen bir şey olduğu için bu sinir sistemimiz halen daha alert halde. Çünkü tehdit devam ediyor. Yani bunu belki depremden, bir kazadan, bir doğal afetten ayıran temel şey bu. Depremde de artıcı şoklar olabiliyor ama biz şu an, içinde bulunduğumuz durum, yaşantılanmaya devam eden bir durum. Dolayısıyla tehdit algımız halen daha devam etmekte, bir yandan da globalde yaşanan bir durum. Dolayısıyla bizim bir tehditle karşılaştığımızda ilk yapmayı istediğimiz şey -sinir sistemimiz bizi hayatta tutmaya odaklı bir sistem olduğu için- güvenli alana çekiliyor olmak. Dolayısıyla bugün hepimizin de belki biraz dertlenerek, alışmadığımız bir şey olduğu için evde olmakla ilgili veryansında bulunuyor olmamızın esas karşılığı, aslında kendimizi güvenli alanlara çekiyoruz. Dolayısıyla kendimize en iyi gelecek olan şeyi hepimizin bireysel olarak sistemine, bağışıklığına en iyi gelecek şey öncelikle zaten güvenli alana çekiliyor olmak ki, tehdit algımızı olabildiğince aşağıya realiteye çekebiliyor olalım.
Travmatik olaylar bizlerin temel varsayımlarına bir şoktur aslında. Dolayısıyla yani hayat devam ediyor, işte yarın kalkacağım işe gideceğim, iki hafta sonrasında iznim var, hayat güzel, güvendeyim falan gibi temel varsayımlarımıza bir şok etkisi yaratıyor. Güçsüzlük, çaresizlik, kontrol kaybı bunlar temel olarak yaşamsadığımız şeyler bu tür olayların karşılığında. Çünkü ya kendi hayatımızda veya sevdiklerimizin hayatlarına psikolojik ve fiziksel bütünlüğümüze, inanç sistemimize dair kocaman bir tehdittir travmatik olay.
İE: Aslında söylediğin şey terminoloji meselesi, yani travmatik olayla travma farklı bir şey. Travmanın bir yara olduğunu, beklenmedik bir olay karşısında geliştiğini ve bizim temel varsayımlarımıza ilişkin şok etkisi yarattığını söyledin. Uyuşmazlığa bağlamak anlamında güçsüzlük, yani bütün bu yarattığı güçsüzlük, güvensizlik vesaire gibi şeyler aslında bizim temel ihtiyaçlarımızdan olan işte güveni -bundan sadece ekonomik bir güveni kastetmiyorum- o duygumuzu temelinden sarsan ve bizi belki çatışmaya da daha açık hale getiren bir şey oluyor. Sen şimdi “kaç savaş ya da donma” tepkisinden bahsettin ve aslında sinir sistemimizin bir tehditle karşılaştığında işte Corona gibi, deprem gibi ya bizi güvenli bir alana çekeceği, ya kaçacağı, ya o sırada mücadele edeceği ya da işte donacağı bir cevap verdiğinden buna programlı olduğundan bahsettin. Daha kısa ani olup biten şey vurgusu yaptın hâlbuki şu anda yaşadığımız şeyde daha uzun erimli daha süren hala bir takım tepkiler verdiğimiz bir şey olduğu ayrımını yaptın. O zaman şunu sormak isterim: travmanın kişilerin yaşamında ruh ve beden sağlığı olarak nasıl etkileri oluyor? Geçtikten sonra geçmeden ya da süregiden şeklinde belki değerlendirmek istersin farklı farklı. Çünkü o ayrımı yaptın yani depremdi belki bir uçak kazasıydı bu konuda çalıştığın için de soruyorum. Süreklilik arz eden bir travmatik ya da travmanın devamı halinde nasıl bir fark oluyor ruh ve beden sağlığımızda? Bunu şunun için de soruyorum yani kanser hastalarıyla çalıştım dediğin için biraz benzettim açıkçası şu anda yaşadığımız süreci ona.
AK: Ben uçak kazası ya da şu an yaşadığımız Corona virüsü hikayesi bunların hepsi travmatik nitelikler taşıyan travmatik olaylar. Ama etkileri yani her ne kadar ortak bir takım tepkileri barındırsa da travma tepkileri dediğimiz tepkiler barındırsa da aştığı bir çok yön de var. Aslında ne tarz olaylar var travmatik nitelikte olan olaylar, böyle bir ana hatlarıyla üçe ayıracak olursak onları: böyle bir suiistimal taciz durumları yani; çocuklukta yaşanan şeyler, şiddet, şiddete şahitlik etmek, zorbalık falan filan gibi şeyleri düşünebiliriz. İkinci ana küme, kayıpla ilgili olanlardır, yani ölüm ile ilgili terk edilme ile ya da ihmal ile ilgili savaş terör doğa gibi. Bir de genel faktörler vardır yani hastalıklar, yoksulluk, evsizlik veya işte ırkçılık, madde kötüye kullanan biri vardır evin içinde bunun gibi şeyler.
Biz bir de travmayı aslında büyük “T” ve küçük “t” olarak ayırırız. Belki biraz daha anlayışı kolaylaştırıcı bir şey olduğu için “büyük T” diye geçen fiziksel olan travmatik olaylar, bu da ikiye ayrılır. Bir doğal afetler diye bir de insan eliyle oluşanlar diye. Doğal afetler dediğimiz işte deprem, sel, duygu patlaması falan gibi yaşantılar insan eliyle olanlarda bir kasıtlı ve kasıtsız olanlar var. Kazalar var, kazalar kasıtlı olmayanlar içerisinde yine insanı barındıran bir takım ihmalleri de içerdiği için ama adı üstünde kaza dendiği için işte uçak kazasıdır, komada yaşanandır. Kaza dendiği için bir kasıt gözetilmeyen durumlar. Bir de insan eliyle ve kasıtlı olarak yapılan şeyler var; işkence, taciz, terör gibi.
Bunun dışında “küçük t” dediğimiz psikolojik tehditlerle oluşan travmatik yaşantılar, bu da aslında daha da bireysele indiren bir kısım ama depresif bir anne ile büyümek, alkolik bir baba ile büyümek, istismar ediliyor olmak, dışlanıyor olmak gibi yaşantıları içeren öğeler. Dolayısıyla yaşadığımız olayın ne tarz bir olay olduğu da ondan sonrasında yaşanılanacak sürecin akışını değiştirebiliyor. Bir takım gördüğümüz ortak tepkiler vardır fiziksel anlamda, mental anlamda, duygusal anlamda, davranışsal anlamda. Travma tepkileri dediğimiz bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum ben. Travmatik tepkiler aslında anormal duruma verilen normal tepkilerdir. İçinde bulunduğumuz hal zaten anormal. O yüzden benim şu an kendimde yadırgadığım, normal gelmeyen tepkiler aslında bu anormal duruma verdiğim normal tepkiler. Bunu duyuyor olmanın sıklıkla bir rahatlama getirdiğini biliyorum tecrübeyle sabit diyebileceğim bir şey bu. Çünkü bir çoğumuz işte “aklımı mı kaçırıyorum”; “ben hiçbir şeye konsantre olamıyorum”; “hiçbir şey yapamıyorum”; “işte eskiden şunu yapardım bunu beceremiyorum” veya işte “sürekli aklıma kötü düşünceler geliyor”; “çok fazla yemek yiyorum/hiç yiyemiyorum”; “uykularım kaçıyor”; “dikkatimi toparlayamıyorum”; “bak evdeyim ama üretken olamıyorum” falan gibi ekstra bir kaygıda yaşanılıyor. Halbuki şöyle bir dönemin içerisinde sistemimiz zaten hayatta kalmaya odaklıyken o sistemden daha fazlasını bekler bir noktada oluyoruz bunları da kendimizden beklediğimizde.
İE: Kendi kendimize yeni bir yük getiriyoruz aslında.
AK: Aynen zulmediyoruz. Yani bu çünkü böyle bir şeyin zamanı değil. Ya işte bir anda dünya karar verdi “hadi hep birlikte bir tatil dönemine girelim iki hafta, iki ay kapatalım ve evlerimizde takılalım” dendi de biz bu mutlu zamanı, bu keyifli zamanı nasıl değerlendiremiyoruz süreci değil. Evimizde oluyoruz evet ama evimiz aslında tehlikeden, tehditten kaçtığımız, sığındığımız güvenli alan şu an ve evin içerisinde bile halen daha kendimizi ve etrafımızdakileri koruma altına almak için minimum pratik şeyler var. Elimizi yıkamak gibi dışarıdan bir şey geliyor; torbalar dışarıda duruyor; bir süre bekliyor; içeri alıyoruz-siliyoruz; yıkıyoruz; koyuyoruz; arkadan kendimiz duşa giriyoruz falan. Bunların hepsi bu hayatta kalma mekanizmasının bir parçası olarak işliyor. Şimdi zaten bu temel mekanizma devredeyken, beynimizin o daha üretken olan ,daha fazla işte muhakeme yapan, plan yapan bilişsel yetkinliklere sahip olan kısmı daha Corteks seviyesindeki kısmının faaliyeti zaten bloke olmuş oluyor. Dolayısıyla bu beklentide oluyor olmak kendimize ekstra bir yük bindirmek, sinir sistemine ekstra bir yük bindirmek. Bunlar da hani evin içerisinde hiçbir şey yapmazken bile bel ağrısı yaşarsın. Yok işte kasılma yaşarsın; bağırsaklarının çalışması değişir; kabız olursun; ishal olursun gibi gibi… Dolayısıyla kendisini mutlaka bedende de gösterir. Bu tür bir kaza oluyor diyelim ki uçak kazası; o uçak kazasında bir takım kayıplar yaşanılınıyor. Ama çok net bir şekilde oldu ve bitti. Devamı olmayan yani bir sonraki olabilecek potansiyel kazalardan bahsetmiyorum ama o olayın kendi içerisinde bir tekrarı yok aslında. Depremden bahsettiğimizde biraz daha farklı yani artçı depremler olduğu için bir şekilde tehdit algısı devam edebiliyor bir süre daha ama bunlar yine bir kaza yaşandığı yerde yaşantılanıyor. Dolayısıyla biz bunu haberlerde duyup üzülebiliyoruz, deprem dediğimiz şey eğer birebir yaşadığımız bölgede gerçekleşmiyorsa yine daha uzaktan takip ettiğimiz üzücü bir yaşam olayı ve elimizden geldiğince işte destek verme sisteminin içerisinde yer alıyorsak bunun için çaba sarf ediyoruz veyahut da bir süreliğine hepimiz işte İstanbul'da büyük bir deprem bekleniyor. Bir deprem olduğunda depreme dair kaygılarımız tetikleniyor ve hemen daha önce tanımlanmış önlemleri alma yoluna gidiyoruz. Deprem çantaları hazırlanıyor, yani şunu hatırla İdil: daha biz bundan iki, iki buçuk ay olmadı herhalde, Elazığ depremini yaşadık. Alışveriş sitelerinde bir anda deprem çantaları işte 20 litrelik deprem çantası içindekiler bilmem ne falan. Yani şu an bambaşka bir gündem halen daha aslında deprem bölgesinin içinde yaşıyoruz ve bu geçecek bir şey de değil üstelik yani. Depremi yaşıyor olma ihtimalimiz her daim var ama an içerisinde yaşantılamadığımız için sinir sistemi onu yaşantıladıktan sonrasında ya normal seyrine dönebiliyor, normal seyrine dönemediği noktada işte “travma sonrası stres” dediğimiz sıkıntıyı yaşamaya başlıyoruz.
Belli bir süre sonrasında bu virüsle ilgili olan dönem çok daha başka bir şey yani hayatta kalma işin ucunda ölüm kavramıyla çok iç içe vaziyette. Çok daha zor kontrol edilebilir bir yerde gözümüzle göremediğimiz bir tehditten bahsediyoruz yani. Depremde bir görsel var, kazada bir görsel var bu düşmanı ya da tehdidi göremiyoruz bile. Tehdit dışımızda mı, içimizde mi onu bile bilmiyoruz. Kuluçka dönemi yani ben şu an kuluçkada bir virüsü içimde çoğaltıyor muyum, çoğaltmıyor muyum bilemiyorum bile. Ha bunu bile biliyor olmak için sunulan ve önemsenmesi zorunlu olan şeyler var. O da bu evde kalmak ile ilgili kısım. Yani bize deniyor ki vatandaş bundan kendini korumak için ve etrafını bundan korumak için yapabileceğin temel şey iki tane; evinde kal ve hijyenine dikkat et. Ama bununla birlikte yine de tehdit algımız belli bir seviyede evde olsak da devam eder vaziyette. Çünkü tehdit halen daha devam ediyor şu an benim odamda, bünyemde belki yok ama kapımı açtığım anda orada bir yerlerde var yani. Göremediğim bir şeyle savaşıyorsun diye düşün. Dolayısıyla böyle bir farkı da var, böylece daha yorucu bir yanı da var bu sürecin.
İE: Tam da şeyi konuşmuş olduk aslında. Süreklilik unsuru bir kez olup bitmeme meselesi var ve evde kapalılık meselesi var yani kapalılığın da getirdiği bir de uyum gösterme. Yani daha tam uyum gösterebilmiş değiliz yani bir tehditten başka bir tanesine dalmış gibiyiz yani sanki bu söylediklerinden ve bunun da yarattığı başka şeyler var.
AK: Ya bir de şu var; travmatik bir olaydan etkilenme dediğimiz zaman onun da böyle bir şeyi vardır “travma üçlemesi” dediğimiz. Yani kimin ne kadar etkileneceği aslında birçok faktörle de ilişkili. Sadece olayın travmatik bir olay olması hepimizin travmatize olacağı anlamına gelmiyor demiştim ya. Nihayetinde kimin hangi olaydan nasıl etkileneceği, ne kadar etkileneceği bir tip bir şey değil. Diyelim ki daha öncesinde zaten travmatik deneyimleri olan bir insanım ve bunlarla halleşebilmiş bir insanım. Yani hem hallettim hem helalleşebildim daha güçlü çıkabildim. Travma sonrası büyüme dediğimiz bir şey vardır: hayata yeniden başka bir yerden bağlanabildim, anlam yükleyebildiğim falan.. yani bunları bir araya koymuş bir insanın bugünkü yaşantıladığımız sürecin içerisindeki tepkileri ile daha önceden travmaları olup, bunlarla hiç temas içinde olmayan hatta travmatize olduğunun farkında bile olmayan insanların yaşantılama şekli ayrışacaktır. Veya geçmiş travma öyküsünden bağımsız olarak ya da işte genetik geçişten bağımsız olarak yani epigenetik geçişten diyeyim kuşak arası travma geçişinden bağımsız olarak. Benim bugün içinde bulunduğum koşullar, kendi baş etme kanallarım, kendi sosyal destek grubum, kendim için iyi olanı bilebilme halim, kendime iyi gelen şeyi bilebilip hayata geçiriyor olabilme halim, bunların hepsi yaşadığımız sürece nasıl karşılayacağımızı ve bütün hissedebileceğimiz potansiyel farklı duyguları yani o duyguların içerisinde korku var, öfke var, üzüntü var belki hayal kırıklığı var, tedirginlik var falan. Tüm bunları kapsıyabilme potansiyeline sahibiz aslında hepimiz ama farklı seviyelerde belki. Dolayısıyla travma üçlemesi dediğimiz hikayenin içinde de şey vardır halkalar halinde etki yaratıp sağlayan birincil; ikincil; üçüncül denmesinin gerekçesi şudur: birincil dediğimiz şey ben bizzat yaşarım travmatik yaşantıyı; travmatik durumun içerisinde birebir yaşantılarım ve travmatize olurum. İkincil dediğimiz ben yaşayanım ya da yaşanana şahitlik eden biri ama benim yakınım olan biri diyelim beni seven biri eşim, dostum, annem, babam her neyse onların yaşadığı travma hikayesi ikincil travmadır. Bir de üçüncül travma vardır ki özellikle duygusal bağ yoktur o insanla travmayı bire bir yaşayan kişi arasında. Ama bunlar sağlık çalışanları olabilir, işte depremde destek veren arama kurtarma ekipleri olabilir, bizim gibi travma ile çalışan terapistler olabilir. Dolayısıyla kimin ne kadar etkileneceği kimi zaman insanlar göçük altından çıkabiliyor ve iyileşme sürecini çok daha hızlı yaşam sürebiliyor. Ama destek veren arama kurtarma ekibinden biri çok daha uzun süre travmatik etkileri travmatik tepkileri devam edebiliyor ama. Aslında bakarsan İdil, şöyle bir iyi bir haber de var Corona için ne kadar geçerli olur bilmiyorum. Genel olarak travmatik yaşantılardan sonra baktığımızda bir herkes aynı tepkileri aynı zamanda ve aynı devamlılıkta göstermiyor. O yüzden de sıklıkla görülen şey aslında böyle bir olaydan bir zaman sonrasında neredeyse %75 oranında bir iyileşme hali söz konusu.
İE: Kendiliğinden..?
AK: Kendiliğinden ama bu kendiliğinden dediğimiz şeyin içerisinde insan varoluşunun o kapsayıcı kapasitesi söz konusu. Yani aslında çok sağlam bir mekanizmayız, hiç fena değiliz çünkü sinir sisteminin bütün işi gücü bizi hayatta tutabiliyor olmak olduğu için, o kadar otomatik bir programla gelmişiz ki, buna hizmet edecek ne varsa bizim o içbilişsel devrelerimize hiç ilişmeden kendi kendine karar verip, hayata geçiriyor. Ama tabii şöyle bir şey de var: bu travmatik yaşantılar negatif duygu yükü çok yoğun olan, normal günlük baş edebilme kapasitemizi, rekor algılarımızı, rekor gücümüzü diyeyim zedeleyen, alabora eden nitelikte olduğu için, kapasitemizi zorlayacak bir yaşantı olduğu için mutlaka kendi kendimize regüle edebiliyor olmak, o sinir sisteminin tabiri caizse yatışabiliyor olmasına destek verecek bir şeyler de yapabiliyor olmamız gerekiyor. Bu demin söylediğim işte sosyal desteğimizin oluyor olması eşimiz, dostumuz, ailemiz, toplumsal… yani şu unutulmamalı, bu sadece kendi ilişkilerimizle ilgili değil içinde bulunduğumuz coğrafyada, bizlerin yaşantılarını daha iyi, daha kaliteli götürebilmemiz adına emek veren çalışanlar, seçilmişler oralardan gelecek olan yaklaşımın nasıl olacağı da çok büyük etki yaratıyor o güven algısı. Dolayısıyla sadece kendi içimde evet bu günler geçecek demekle olan bir şey değil. Etrafına, çevrene ve halka halka içinde bulunduğun şehire, içinde bulunduğun topluma, ülkeye, dünya liderlerinin durduğu noktalara, bunların hepsi halka halka bizim sinir sistemimizde karşılık buluyor aslında. Dolayısıyla böyle bir.. bu sürecin bence muazzam ayırt edici daha bütünleştirici bir rolü olmasını umuyorum. Yani genci, yaşlısı, din, dil, ırk, coğrafya, zırt pırt falan hiçbir şeyi kale almayan, aslında bir nevi enteresan bir şekilde hepimize eşitleyen bir süreç.
İE: Şimdi onu söyleyecektim. Bütün o sınıfsal paraydı, güçtü, ırktı, cinsiyetti falan hiçbir şeyin önemi yok yani herkes aynı tehdit altında.
AK: Hiç yani bir de şöyle de bir şey var. Bu hani maalesef hani belli bir yaş üstündeki insanlar veyahut da işte birtakım kronik hastası olan insanlar, daha büyük bir risk grubu olarak tanımlanıyor ama bunun dışında evet hepimiz eşitiz ki hiçbir şey bugüne kadar belki güç tanımının içerisine tanımladığımız hiçbir şeyin bir karşılığı yok, kifayetsiz kalındığı bir nokta yani. Sen istiyorsan her gün bir test yap kendine. Yani böyle bir kaynağın olsun bugün de Corona değilim de bugün de Coronalı değilim de baktığın noktada. Senin bünyenin buna nasıl cevap vereceğine dair de bir fikrin yok.
İE: Zaten bir tedavi de yok o anlamda. Yani herkese göre çok değiştirilebilecek yani bir solunum aleti, 7 gün evinizde kalın zaten.
AK: Mevcut tedaviyi senin bünyen nasıl algılayacak bunun senin bu hayatta yaptığın diğer şeylerle de hiçbir ilgisi yok. Yani hangi mevkide oldun, ne kadar para kazandın, nereye hükmedebildiğinle. Dolayısıyla hani var oluşumuz üzerinden tanımladığımız birçok şeyin toz olduğu bir dönem yaşıyoruz, öyle söyleyeyim.
İE: Bunu birazcık ben çatışmalara, uyuşmazlıklara bağlamak istiyorum. Travma hakkında gerçekten çok derin, çok anlamlı ve bunun nasıl daha önceki daha travmatik olaylar diyebileceğimiz şeylerden nasıl ayrıldığını gördük ama şunu da biliyoruz. Yani en azından uyuşmazlık-ihtilaf alanında çalışan insanlar olarak. Travma, kişilerin uyuşmazlık çatışma yaşama ihtimallerini arttıran bir durum. travmatik olaylara ister birincil ikincil üçüncül anlattığın şekilde halkanın içerisinde olmak üstünden ister kendi travmasına sahip olmak ve bunu belki fark bile etmemiş olmak üstünden... travma sahibi olmanın aile ve iş yaşamındaki çatışmalara nasıl bir etkisi oluyor ?
AK: Şunu ayırmak önemli bununla ilgili konuşmaya başlamadan. Öncesinde yani travmatik bir yaşantıdan geçmiş olmak veya travmatik bir geçmişe sahip olmak dediğim gibi hepimiz için travmatize olacağız anlamına gelmiyor. Bunu da ayrıştıracağımız yer şu: herhangi bir nahoş yaşantı gibi bir şey değil travma. Travmatik bir olayın içerisinde kendimize dair hayata dair çıkardığımız anlam üzerinden aslında travmatize oluyoruz. Şöyle söyleyeyim yani sinir sistemi ile ilgili anlattığım şeyi bir yana koy bunlar böyle birbirine karşı olan söylemler değil aslında. Bu varoluşumuzun farklı seviyeleri ile ilgili söyleyebileceğim bir şey ama bir olayın içerisinde bizim o olaya ne anlam arz ettiğimiz kendi içimizde oluşturduğumuz içsel söylemi tanımlıyor. Yani şey gibi düşün çocukken benim yaptığım her şeyi bir diğeriyle karşılaştırıldı işte “bunu niye yapamıyorsun?” dendi, “sen aptal mısın?” dendi. Diyelim ki ve aslında baktığımızda “bunda ne var hepimiz bunlardan geçtik” diyebiliriz ama hikaye tam da bu olduğunda dışarıdan baktığında ya “ne var canım işte hepimiz bunları yaşadık, benim annem de yapardı senin annen de”. Evet hepimiz yaşadık, hepimiz aynı şekilde etkileneceğiz anlamına gelmiyor ama. Ben oradan yola çıkıp çünkü çocukken özellikle yani ebeveynlerin dış sesi, bize ne söyledikleri bizim ile ilgili hayat ile ilgili bizim iç sesimiz haline gelir. Sorgulamadan kabule aldığımız şeydir çünkü içine doğduğumuz güven mekanizması onlar. Dolayısıyla ya bu bana bakım veren, benim hayatta olmamı sağlayan şeyin güven alanından geliyorsa eğer bana, bu söylem doğrudur. Kabulümüz var anlatabiliyor muyum? Dolayısıyla babam bana “sen aptal mısın, niye yapamıyorsun bunu?” dediğinde ya bu adam dediğine göre ben aptalım herhalde demeye başlarım. O söylediğim içsel söylem bu veyahut işte taciz hikayelerinde “bağırabilirdim, bir şey yapabilirdim, itebilirdim”, kaç yaşındaydın? Beş. Hayır, itemezdin aslında. Ama oraya dönük oluşan tohumu ekilen, o negatif, irrasyonel işlevsel olmayan inanç, bizim hayatımızın devamında böyle Daltonlar’ın topuzu gibi iz sürmeye devam ediyor. Travma yaşantısı aslında böyle bir yaşantı. Ben bunlarla tabiri caizse çalışmışımdır. Yani bunlara dediğim gibi travmanın etkileri aylar sonra hatta yıllar sonrasında çıkar. Doğum travmalarımız var, anne rahmi travmalarımız var, kuşaklar arasında geçiş travmaları var bunlara dair farkındalığımız bile olmayabiliyor. Ben bugün patronumla yaşadığım güç ilişkisinin içerisinde deneyimlediğim şeyin çok daha öncesinde aslında babamla yaşamış olduğum bir şeye rasyonel bir yerden bağlayamayabiliyorum. Farkında bile olmayabiliyorum ama diyelim ki bunlarla ilgili dedim ki “ya bana bir şeyler oluyor, ben bir şeyleri değiştirmek istiyorum hayatımda ve bir destek alıyorum”. Paylaşabildiysem travmalarımla öykümü yeniden yazabilmişim demektir.
İE: Yeni bir anlam verebiliyorum yani?
AK: Aynen yeni bir anlam verebiliyorum. Bir perspektiften bakıp kendimi orada daha gerçekçi bir yerden değerlendirebiliyorum diyebiliyorum ki, ben bugüne kadar buna inandım. Ama bu aslında benim düşüncem değil, benim böyle bir doğrum yok ya da ben bu ailenin içinde büyürken bunun doğruluğuna inanarak büyüdüm. Ama bu ailenin içerisinde büyümüş olmakla aldığım bir doğru bu. Bugün yetişkin halimle kendime başka bir şey seçebilirim, seçeneklerim olduğunu fark ediyorum. Tramvayla ilgili en temel şeylerden bir tanesi aslında kendi alanımıza dair bir ihlal söz konusudur. Öyle ya da böyle yani illaki tacizden, tecavüzden bahsetmiyorum hepsinde sınırlarımızda dahi bir ihlal söz konusudur. Bilinçli ya da bilinçsiz yani depremin bile yaşantılandığı noktada böyle bir karşılığı var aslında. Bana ait olan alanın içerisinde bir çökme yaratıyor diye düşün. Ben bu yaşamsadığım şeylerle halleşemediysem eğer, hayatımın devamında bunun izlerini ilişkilerimde, aile ilişkilerimde; çocuklarımla olan ilişkimde; sevgilimle; kocamla; karımla olan ilişkimde; iş hayatımdaki ilişkilerimde; arkadaşlarımla olan ilişkilerimde yani özümde kendimle olan ilişkimde yaşantılamaya devam ediyorum. Şimdi travmatik bir yaşantı ya da travmatik deneyimler dediğimizde tehdit algısından bahsettik. Sistemimize ait olan tehdit algısı çok kıymetli bir algı. Çünkü bizi hayatta tutan şey bu. Onu bir şey gibi düşün, mesela arabanın alarmı var. Çok iyi bir şey çünkü işte arabayı çalacak malacak birileri kurcalamaya başlarsa, ötmeye başlıyor. Bizim sistemimiz de böyle çalışıyor. Ama çok büyük bir yükleme geldiğinde, travmatik yaşantıdan bahsediyorum -travmatik yaşantıların ögelerini konuştuk ya- öyle bir negatif yükleme geldiğinde, o sistem şaşıyor. Bu ne demek, o arabanın alarmı orada halen daha ama bozuk. Bu sefer kedi geliyor oturuyor, alarm ötüyor, rüzgar esiyor arabanın alarmı ötüyor. Dolayısıyla gerçek olan tehditle gerçek olmayan tehdidi ayırmakta zorlanıyor ve sistem sürekli alarm halde kalıyor. O yüzden yani travmalarıyla halleşmemiş bireylerin hayatlarının devamlarında tehdit algıları da yüksek olmaya devam ediyor. O yüzden güven kavramı çok kaygan bir zeminde yani hem kendine dair özgüveni hem insanlara olan güveni tehdit algısı böyle daha yüksek bir yerde olduğunda çözüm odaklı olmak çok zor. Çatışmaları düşündüğümüzde fikirlerimiz çatışabilir. Sen bir şey diyorsun, ben bir şey diyorum ve bunlar bir şekilde yan yana duramıyor, eğreti duruyor. Bu biri yanlış öbürü doğrudur demek de değil, sadece bu ikisinin birlikte var olabileceği bir şeyi henüz bulabilmiş değil.
İE: Bunu söylemen aslında çok önemli çünkü arabuluculuk, kolaylaştırıcılık bunlar çok çözüm odaklı ve tarafların katılımıyla yürüyen süreçler. Ama ben sürekli bir tehdit algısı içerisindeysem güvenliğime dair gerçek ya da hayal, o zaman zaten çözüm odaklı olmam çok çok zor bir şey.
AK: Çok. Aynen yani o tehdit algısı olduğu sürece benim önceliğim kendimi savunmam olacak.
İE: Başka türlü bir perspektifi kabul etmekte, görmekte çok zorlanacağım herhalde?
AK: Aynen, dolayısıyla yeni bir perspektiften bakmak ‘’acaba öyle olabilir mi?’’ gibi, bunların hepsi muhakememizle ilgili. Yani o tehdit algısının yatıştığı noktada, ancak devreye girebilen üst giriş mekanizmalarımız ile ilgili. Ama ben sürekli bir savunma halindeysem yani orada artık bazen savunduğum içeriğin ne olduğundan bağımsız olarak, sadece kendimi savunma gayretinde bile olabiliyorum. Anlatabiliyor muyum? Halbuki bir durup….
İE: Savunmacı dinleme?
AK: Evet, yani o yüzden kendini yönetebiliyor olmak regüle edebiliyor olmak çok önemli. Öbür türlüsü de işte yanlış yönlendirilmiş öfkeye dönüyor, suçlamaya dönüyor, eleştiriye dönüyor zaten duyup dinleyemiyorum. Dolayısıyla empati kurabiliyor olmak, farklı opsiyonları değerlendirebiliyor olmak, dolayısıyla çözüm odaklı bir yaklaşım sergileyip kazan-kazan durumuna vesile olabilecek bir varoluşta bulunmam mümkün değil.
İE: Çok teşekkürler aslında buna vurgu yaptığın için. Empati de yani kişinin kendisinin başkasının yerine koyabilme, bizim mesela arabuluculukta-kolaylaştırıcılıkta herhangi bir ihtilaf çözüm mekanizması olarak çok ihtiyacımız olan bir şey. Ama sen aslında travma yaşamış kişilerin ya da bunun etkisi altında olan kişilerin bunu yapmakta özellikle zorlandığını söylüyorsun. Bir başka söylediğin şey tam da bu Fischer Ury’nin Evet kitabındaki o farklı seçenek geliştirebilme ufkum da yok tabii ki çünkü bir hayal dünyam yok, kendimi savunmak ve korumak ötesinde başka bir şeye bakamıyorum bile yani.
AK: Zaten o durumdayken benden çok da bir şey beklenebiliyor olması da abesle iştigal çünkü benim oradaki ana mekanizmam beni korumaya odaklı yani bir yerde. Dolayısıyla ben çözüm mözüm üretemem yani benim derdim kendimi korumak
İE: Başkasının gözünden bakamam.
AK: Aynen. Yani ben saflarımı sağlam tutmak zorundayım yara almamak için. Benim kabuğumu çok sağlam tutmam lazım. Çünkü yara almış bir haldeyim zaten ben. O yüzden açık vermemeye çalışmak, açık vermemek için yani. Bunu sadece çatışma şey gibi düşünme ilişkilerin içerisinde
İE: Tabii tabii
AK: Aman eleştirilmeyeyim, aman suçlanmayayım, aman bir eksiğim yakalanmasın diye mesela kendisinden çok yüksek beklentileri olan insanlar sabahtan akşama kadar mesailer yapan hani hiçbir şey eksik olmasın veya çok çabuk suçluluk duygusuna kapılma eğilimi.. yani bir şey oldu “eyvah benden mi”, çünkü onu yaşamamak adına öyle bir savunmaya giriyor ki gereken her şeyi yapıyor. Yeter ki onun yara alabileceği herhangi bir duruma vesile olmasın kendisi diye. Şimdi ben bu kadar diken üstündeyken, benim bütün donelerim aslında buraya enerji sarf ederken, benim ne karşı tarafın dile getirdiği şeyi duyabiliyor olmam, ne onu içtenlik, içselleştirip kendi fikirlerimden geçirip “aa aslında burada böyle olabilir mi” diye bir değerlendirme yapabiliyor olmam ne de bütün bunları yapıp alternatif çözüm noktalarıyla kendimi dile getiriyor olmam pek mümkün değil.
İE: Çok teşekkürler Ayşegül. Aslında çok güzel bir yere bağlandı belki arabulucuların yani taraflarla oturup bir yere varamadığında, bu empati eksikliğini, farklı seçenek geliştirememe, çözüm odaklı olamama, hep geçmişte yapılanlarda takılıp kalmayı gözlemlediklerinde bakabilecekleri şeylerden bir tanesi bu. Ama tabii travmatik olaylar bir arabulucunun böyle bir oturumda iki oturumda çözüp konuşup bir yere bağlayabileceği şeyler kesinlikle değil yani. Belki arabuluculukla yapılabileceklerin sınırına da burada vardığımızı görüyoruz aslında başka şeylerin devreye girmesi gerekiyor.
AK: Bu son söylediğin şey ile bir vesile olduğu bir şeyi dile getirmek isterim aslında. Bu belki bir öneri olabilecek bir yerde şu an seninle konuşurken aslında farkına vardığım bir şeydi bir yandan. Zaten arabuluculuk görevinde yanılmıyorsan şu an sadece hukukçular var değil mi?
İE: Evet
AK: Dolayısıyla yani hukukçuların kendi mesleki alanlarını düşündüğümüz zaman insan evladının psikolojik haline dair bu kadar derin bir deneyime, bilgiye donanıma sahip olmaları beklenemez ama..
İE: Kesinlikle
AK: Belki özellikle arabuluculuk yapan hukukçuların bizim alanla birlikte işbirliği içerisinde, belki bu görüşmeleri yaparken nelere dikkat edebilirler yani, travmatik ögelerin izini nasıl takip edebilirler? Neyi gördükleri gözlemledikleri zaman aslında o kişilere bunu dile getirebilecekleri bir tasarım yapılabilir. Bunlara bakılmasının çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Çünkü ne hukuk ne psikoloji ne başka bir alan… yani hepsinin ortasında insan varolduğu sürece mutlaka ortaklaşa çalışılacak şeyler olması gerekiyor bunlar. Yani hiçbir alan bir diğerine karşı bir yerde değil insan olmanın getirdiği bütün spektrumu kapsayamıyor bunlar. Ancak elele verdiğimiz zaman belki bir nebze anlamlandırabiliriz insanın varoluşunu.
İE: Kesinlikle çok güzel bir vurgu oldu. Şahsen bunun sadece hukukçulara mahfuz bir alan olmaması gerektiğini düşünüyorum. Her ne kadar arabuluculuk eğitimlerinde bu tarz şeylere yer verilse de travma ile ilgili herhangi bir şey aslında pek yok. Dolayısıyla çok teşekkürler bu öneri içinde. Burada noktalıyoruz. Tekrar katıldığın için çok teşekkür ediyorum.
AK: Ben çok teşekkür ederim İdilciğim, kıymetli vaktin ve özel soruların ve eşliğin için.
İE: Anlaşabiliriz de Ayşengül Kalem ile sanırım bugüne değin en uzun programı yapmış olduk. Travma nedir? Travmatik olay nedir? Bunlara özellikle Corona virüsü bağlamında ele aldık. Bu programı editlerken bu konuda daha fazla düşünme fırsatı buldum aslında. Ne kadar çok travma yaratabilecek durum var hayatta ve hatta Türkiye'de. Ayşegül birçok şey saydı: suistimal, taciz, şiddet, kayıp, ölüm, yoksulluk, hastalık, madde bağımlılığı, deprem, kaza, göçük, terör, daha şahsi şeyler işte alkolik bir baba, depresif bir anneyle büyüme gibi ihmal, dışlanma, ayrımcılığa uğrama, toplum olarak ya da bireysel anlamda bunların ne kadar çoğuna maruz kalıyoruz diye düşündüm. Bunları duyunca neredeyse hepimizde en az bir travma olması lazım diye de düşündüm açıkçası ve çoğumuz belki farkında bile değiliz bu travmaların.
Travmatik olayı hayattaki diğer stresli şeylerden ayıran şeyleri de konuştuk: beklenmedik olması, hazırlıksız olmamız, kontrol edemiyor olmamız ve hayatla ilgili temel varsayımlarımız üstünde bir şok etkisi yarattığını vurguladı Ayşegül. Ve bizlere güçsüzlük, çaresizlik, kontrol kaybı gibi hisler verdiğini ki corona virüsünün yarattığı bu içinde olduğumuz durum için bunların hepsini söylemek mümkün. Ama belki de olumlu olabilecek iki şey var aynı zamanda her travmatik olayın herkeste travmaya sebep olmadığını konuştuk. Hatta birçok travmanın, %75 oranında kendiliğinden iyileştiğini söyledi Ayşegül. Dolayısıyla onun deyimiyle aslında sağlam bir mekanizmayız, hiç fena değiliz ve sinir sistemimizi etkileyerek, ona olumlu anlamda destek veren de çok şey var. Ama diğer yandan bu sinir sistemi bizi tehditlere karşı hayatta tutmaya çalışırken alert halde kalmaya devam ettiğini de bir anlamda hata verdiğini de anlıyoruz. Dahası eğer travmalarla yüzleşmez helalleşmezsek aile ve iş yaşamımızda ilişkilerimizde yaşanan çatışmalarda çözüm odaklı olmak, empati geliştirmek farklı seçenekleri görmek, kazan kazan seçenekler üretmek bakımından travmaların bize engel yarattığını da konuştuk. Dolayısıyla travma konusunun çatışma-uyuşmazlık alanını en ilgilendiren kısmı belki de burası. Hele ki bu epidemi durumunun uzun bir süre devam etmesinin beklendiği bir ortamda özellikle arabuluculuk görüşmeleri yürütenlerin bu konuda uyanık olmasında fayda var.
Bu programı dinleyen arabuluculuk yapan kişilerin ya da eğitimlerde yer alan kişilerin Ayşegül'ün bu konuda en azından birlikte çalışma önerisini önemsemesini diliyorum ve konuyu interdisipliner şekilde ele almayı oldukça önemli bulduğumu da söylemek istiyorum. Nitekim Anlaşabiliriz de yapmaya çalıştığım şeylerden bir tanesi de bu. Evet programı bitirirken Anlaşabiliriz’in sponsoru Alper Koç'a bana tanıtımda yardımcı olan Can Aksoy'a teşekkürlerimi sunuyorum. Anlaşabiliriz’de uyuşmazlık, ihtilaf analizi ve çözümü gibi konuları farklı yönleri ile ele almaya devam edeceğim. Burada ele aldığım konularla ilgili sorularınız veya yorumlarınız olursa bana ielveris@icloud.com adresinden ulaşabilirsiniz. Tekrar görüşmek üzere.
Yeni Psikoloji Kurucusu, Uzman Klinik Psikolog, Psikoterapist
Uzman Klinik Psikolog Ayşegül Kalem, lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi ve yüksek lisans eğitimini San Francisco State University’de Klinik Psikoloji alanında tamamlamıştır. Uzun zamandır yetişkinler, ergenler ve çiftlere danışmanlık hizmetleri vermektedir. İlişki problemleri, depresyon, kaygı, travma, ölüm ve yas, kişililk bunalımları, kişisel gelişim ve çeşitli hastalıklarla mücadelede yaşam kalitesini arttırma, çalışma alanları içerisindedir. Bireysel/takım sporcuları, sanatçılar, yöneticiler ve öğrenciler ile performans geliştirme çalışmaları özel ilgi alanıdır. Orta ve üst düzey yöneticilerle bireysel ve grup koçluk çalışmaları Kalem, aynı zamanda eğitimler vermekte ve süpervizyon sağlamaktadır. Halihazırda Yeni Psikoloji’nin kurucu ortağıdır.
Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde “Psychological Trauma and Healing” dersi veren Kalem, Türk Psikologlar Derneği Travma Birimi'nde Psikolojik Acil Müdahale Ekibi gönüllüsüdür. Çeşitli afetlerde gönüllü olarak görev almıştır. 2013 yılında basılan “Terapi Odamda Kesişen Öykülerimiz” isimli bir kitabı vardır.