Sanatçı ve hoca Işıl Eğrikavuk, toplumsal sanat işleri yapıyor. Bunlar başkalarıyla işbirliğine ve üretime dayanıyor. Ama ne sanat eğitimi ne de piyasa mekanizmaları anlaşmazlığa açık değil. Yıllar içinde başkaları ile bu süreçte neler yaşıyor; ortaya çıkan anlaşmazlıkları çözmek için neler yaptığını fark ediyor ve bu anlaşmazlık çözme kaslarını nasıl geliştirmek gerekiyor konuştuk.
İE- Anlaşabiliriz’de bu bölümde konuğum Doktor Işıl Eğrikavuk. Uyuşmazlık çözümü üzerine yayınlar yaptığım Anlaşabiliriz’e tekrar hoş geldiniz, Ben İdil Elveriş. Bu podcastin beşinci sezonunda altıncı bölümdeyiz. Böyle Netflix dizisi gibi oldu ama sezonun ikinci Türkçe bölümü ile karşınızdayım. Yeni bölümlerin direkt size gelmesini istiyorsanız, Anlaşabiliriz’i lütfen SoundCloud, Spotify veya Apple’dan takip etmeyi unutmayın.
Bu podcast, İstanbul ve Antalya merkezli bir hukuk bürosu olan Koç Avukatlık Bürosu tarafından desteklenmektedir. Koç Avukatlık Bürosu’nun kurucu avukatları, uyuşmazlık çözümünde diyalog ve ortak noktada buluşmanın gücüne inanıyor ve de uyuşmazlık çözümlerinde tansiyonu düşürme ve kutuplaşmanın giderilmesi üzerine bu podcastin yürüttüğü tartışmaları destekliyor olmaktan mutluluk duyuyorlar. Sonuçlarının hem hukuk dünyamıza hem de kamuoyu tartışmalarına katkı sunmasını temenni ediyorlar.
Bu bölümde Berlin Sanat Okulunda Medya ve İletişim Bölümünde çalışan Doktor Işıl Eğrikavuk ile konuştum. Kendisi Master’ını The School of Art Institute of Chicago'dan aldı. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde de İletişim doktorası yaptı. Yaptığı işlerde hikaye anlatımı, gazetecilik, diyalog odaklı pratikler kullanıyor ve protesto, feminizm, kimlik siyaseti, doğa ve evrensel bağlantılılık gibi temaları ele alıyor. Yenilerde sanat ve ihtilaf ya da anlaşmazlık konusuna eğildiği için ben kendisiyle özellikle konuşmak istedim.
Birçok sanat projesinde başkalarıyla işbirliği yapıyorsun. Kimler bu başkaları ve onlarla bu süreçte neler yaşıyorsun?
IşılE- Ben sanat okurken mastır derecemde daha çok topluluk temelli sanatlar diyebiliriz, Türkçe de, “Community Arts” İngilizcesinde de veya diyalog bazlı sanat da “Dialog Based Arts” o da, buna yoğunlaşan aslında konulara baktım ve sanatçılar nasıl olur da sanatçı olmayan kesimlerle, farklı topluluklarla, farklı gruplarla çalışır, işbirliği yapar, ortak işler üretir. Bunlar üzerine yoğunlaştım. Aslında bunu en basitinden şey gibi düşünebiliriz bile. Siz yani bir mahallede, bir meydanda ya da oraya bir heykel diktiğinizde bile -genelde bu bizim ülkemizde belediyeler inisiyatifiyle oluyor. Ama siz bir heykeli koyduğunuzda ya da bir anıtı koyduğunuz da bile o meydanı kullanan, o mahalleyi kullanan, o caddeyi kullanan insanlarla ortak bir alanda bir şey paylaşmış oluyorsunuz. Fakat genellikle bu, sadece bizim ülkemizde değil başka yerlerde de, çok tepeden inme şekillerde yapılıyor. Tabi ki bu topluluk temelli sanatı düşünen tek ben değilim. Bu 70'lerden beri, hatta belki daha da öncesinde ama 70'lerde biraz daha böyle akım gibi olmaya başlıyor ve 2000'lerde iyice artıyor.
Sanatçılar sosyo-politik konuları ilgilendiren ya da hepimizi, toplumu ilgilendiren meseleleri birlikte nasıl ele alırlar? O alanı, o mekanı paylaştıkları insanlarla ortak bir şey nasıl üretirler? Ben de bu konuyla ilgiliydim. Çünkü bir taraftan gazetecilik yapıyordum, bir taraftan yazı yazıyordum o dönemde ve gerçekten ben de olup bitenle ilgiliyim ve sanat sadece, “ben yaptım, bu oldu. Beğenen beğensin, ben beğenmeyen almasın” gibi bir şey değil. Aslında ortak olarak yani sanatçının yönlendirmesiyle tabii nasıl şeyler ortaya çıkar bununla ilgiliydi. Temel olarak sorulması gereken şeyleri fark ettim. Okullarda bunlar sanatçılara öğretiliyor ders olarak. Fakat genelde hep örnekleri ve bitmiş örnekleri sunuluyor. İşte şu sanatçı şurada bir iş yaptı, şu grupla çalıştı ve ortaya şu çıktı. Ve biz de öğrenci olarak o dönemde bunları alıyoruz. Ama nasıl olduğunu, sürecini tam bilmiyoruz. Nasıl sanatçı gider de kendini tanıtır? Bir grup insanla çalışır? Ya da…
İE- Sonuç odaklı bakılıyor yani.
IşılE- Evet, çok sonuç odaklı bakılıyor. Bienallerde de sergilerde de… fakat senin de soruyu sorduğun yerden bakarsak, o süreçte ne oluyor, ne gibi anlaşmazlıklar doğuyor? Yani hiç kolay bir süreç değil çünkü bu. Özellikle sanatı hiç bilmeyen, eğitimini almamış ya da ne olduğunu, ne bittiğini anlamayan belki de insanlarla çalışırken… Şimdi şurada temel birkaç şey var. Yani o zaman sanatçıya aslında bir sürü rol düşüyor. Sadece hem sanat projesini değil, aynı zamanda belki de bir idareci gibi hem projeyi idare etmek; hem insanları idare etmek; hem bir öğretmen olmak belki onlara; hem bir paydaş olmak bu projenin paydaşı, oradaki rolleri dengelemek; hem eşit rol vermek isteği var tabi kendi de eşit olsun ister ama bir yandan bu kimin projesi? Yani böyle bir süre.. bu nasıl sürdürülür? Yaptıktan sonra buna kimin ismi yazılır? Böyle bir sürü soru ortaya çıktı tabii.
Master tezimi yazarken Chicago’daydım ben. Chicago Sanat Üniversitesi- The School Art Institute of Chicago. Ben de bir grup evsiz kadınla çalışmaya karar verdim çünkü Chicago'da evsizlik çok çok büyük bir sorun. 2005 senesinden bahsediyorum ve özellikle kadınlar kendilerini bu konuda tabii ki sokakta olmak ya da evsiz olmak, kendilerini daha korunmasız hissediyorlar ve ben de bir kadın olarak kadınlarla çalışmaya karar verdim. Fakat ben de bunu sadece teoride okumuş bir sanat öğrencisi olarak gittim. Gönüllü olarak bir tane sığınma evine yazıldım ve oradaki kadınlarla workshoplar yapacağım, işte hikayeler okuyacağız, çizimler yapacağız falan düşünüyorum. Onların hikayelerini dinleyeceğim, ben onlara anlatacağım. Fakat hiç düşündüğüm gibi olmadı. Çünkü ben onlara “workshop yapalım” diyorum. Kadınlar bana “uyuşturucu var mı?” diye soruyor. Yani bazıları uyuşturucu bağımlısıydı. Genellemeyeyim tabi hepsini.
Ya da bir tanesinin gerçekten psikolojik problemleri var orada hani ben çok yetersizim. Ben bir psikolog değilim, bir uzman değilim. Ne yapacağımı bilmiyorum ve bu sığınma evinin tabii ki çalışanları da beni bıraktılar kadınlarla ve gerçekten ben o ne yapacağımı bilemez halde ve tüm tecrübesiz halimle o workshopları yapmaya çalıştım. Fakat workshopları, üst üste böyle birkaç kere denedim, olmayacağını anlayınca ben de kadınların hayat hikayelerini kaydetmeye başladım. Yani kafamda ilk gittiğim şeyle ortaya çıkan şey bambaşka oldu ve aslında tezi de bütün bu problemler üzerine yazdım. Ortaya çıkan anlaşmazlıklar, beklenmeyen durumlar, o durumlarda işte ne yapabileceğimiz ve gerçekten çok somut bir şey çıkmadı. Ben bu kadınlarla çok güzel çizimler yaptım, onları sergileyim falan değil. Onların o hayat hikayelerini dinledikten sonra o hayat hikayelerinden, bu benim daha sonraki çalışma metotlarımdan biri oldu. Brezilyalı bir eğitimci, filozof aynı zamanda, Paulo Freire. Onun özellikle yazılarından, onun öğretilerinden çok faydalandım.
Çünkü Paulo Freire özellikle işte bu tip sanatçı, izleyici veya öğretmen-öğrenci ilişkilerinde ve o rolleri eşitlemeye çalışıyor. Eşitlemenin yollarına bakıyor. “Pedagogy of the Oppressed” Ezilenlerin Pedagojisi diye çok bilindik bir kitabı var ve orada anlattığı aslında öğretmen yok, öğrenci yok. Hepimiz öğretmen-öğrenci sıfatı altındayız, diyor. Ortaya çıkan şey de bir kişinin güdümünde tepeden gelecek bir şey değil de hepimizin o eşitliğinden, birbirimize sorular sorarak ama bu sorular birbirimizi ezen sorular değil. Gerçekten merak ederek ve birbirimizin potansiyelini ortaya çıkartan sorularla karşılıklı bir birlikte bir rol yaratalım ve onun üzerinden gidelim diyor. Ben de bu metotla beraber kadınların hayat hikayelerini kaydetmeye başladım. Sonra kendi hayat hikayemi onlarla paylaştım. Tabii ki çok farklı. Geldiğimiz yerler, yaş, ekonomik statü, her şey. Ama bundan sonra bir ilişki doğmaya başladı aramızda. Sonunda da o hikayelerden birtakım çizimler yaptık. O hikayelerde olan çizimleri ve olmasını istedikleri, aslında hayal ettikleri şeyleri de çizdik. Ama ben tezde sadece dediğim gibi onları sergilemek yerine bu durumu, senin de sorduğun o anlaşmazlığı, aslında o beklenmeyen durumu, oradaki o uzlaşmazlık halinde yani orada ilk baktığım, beklediğim şey yok. Ne yapmam gerekir, bunu keşfetme süreci mi? Bunları yazdım ve böyle böyle başladı, bu ilk çalışmamdı. Sonra işte neredeyse 20 senelik bir kariyerim var. Ondan sonra pek çok farklı grupla, pek çok farklı toplulukla, insanlarla çalıştım. Yani bu Almanya'da madenciler de olabilir, Tophane'deki esnaf olabilir. Kanser çalışması yapan bir doktor, bir lokanta şefi. Böyle farklı meslek gruplarından ya da farklı sanatçılar, sanatçı kolektifleri gibi çok fazla değişik grupla çalıştım. Ve tabii ki hepsinin ayrı ayrı hikayesi var.
İE- Çok büyük derin farklılıklar ortaya koydun. Yani sen tahminen işte şunu çizelim, bunu yapalım diyorsun. O sana dediğin gibi uyuşturucu var mı diyor. Yani bu bir farklılık, illa bir çatışma ya da anlaşmazlıktan ziyade. Başka aklına gelebilecek ve bunları çözmek için yaptığın şeylerden örnek verebilir misin?
IşılE- 2010 yılında oldu benim projem. Tophane o zamanlar çok dönüşen bir bölgeydi. Galeriler açılıyor bir yandan. Sonra sanat turları yapılıyor. “Art walk” diye bir şey var. Oraya farklı gruptan insanlar geliyor. Tanıyorum bazı galerilerin sahiplerini ve gidiyordum bakıyordum. Ne oluyor, burası neresi, sonra bu turlarda neler oluyor gibi. Tophane'de çok farklı gruplar var ve şunu da söyleyeyim ben bir sosyolog değilim. Yani oradaki Siirtli gruplar var. Yani onların kahvesi var, oranın muhafazakarlık açısından ben onları yorumlayacak bir pozisyona girmek istemiyorum. Fakat ben şunu fark ettim. Tophane'de aslında müthiş bir zanaatkarlık potansiyeli de var. Ben bir sanatçı olarak kendi açımdan bakacak olursam, yani zanaatkarlık derken oradaki esnaf. Mesela yorgan, el işiyle yorgan işleyen, seramik alçı atölyesi olan, o dönemde yani yine 13 yıl öncesinden bahsediyoruz. Kendi zanaatını yapan bir sürü orada esnafın dükkanlarını fark etmeye başladım ve bu projeyi de Sevinç Üçok diye bir arkadaşımla, sanatçı bir arkadaşımla birlikte yapmak istiyorduk. Bu Art walk’a alternatif bir şey yapabilir miyiz biz? Ama bu zanaatkarları da, sanatçıları da, esnafı da evet, işini içine alan bir şey. Sevinç’le beraber bu dükkanları ziyaret etmeye başladık ve gidiyoruz tabi.
İki tane genç kadın, farklı, çok farklı sosyo -ültürel eğitim. Bambaşka yerlerden geliyoruz ama işte giriyoruz mesela dükkana. O sırada bulgur pilavı tenceresine koymuş, şeyin üstünde, tüpün üzerinde kaynatıyor ama “buyurun gelin yiyelim” diyor. Yani ne yapıyorsunuz diyor, işte diyoruz: Sanatçıyız. Ama tam böyle sanatçı deyince de kafada bir şey uyanmıyor ya bazen, işte bu mahalle ile ilgili bir şey yapmak istiyoruz, zanaatkarlık ile ilgili bir şey yapmak istiyoruz, onu göstermek istiyoruz. Böyle daha herkesin ulaşabileceği bir dille, herkesim anlayabileceği bir dille anlatmaya çalışıyoruz. Böyle böyle, biz o mahallede böyle baya bir zaman geçirdikten sonra 3-4 ay diyeyim sürekli giderek o esnaflarla
İE-Güven ilişkisi …
IşılE- tanıdık ilişkisi kurduktan sonra… sonra o esnaf genişletildi, berber de işin içine girdi, kahvesi için işin içine girdi, emlakçı girdi işin içine. Bu her dükkanda performans ya da her dükkanda işte bir enstalasyon, işte yorgancı da vardı, alçıcı da vardı. Onları da sayayım. Ciğercisi var arabasında, evinden ciğerini yapıp getiren. Her dükkanda bir şey gösterilecek ya da bir şey göreceksiniz gibi bir tur tasarladık. Bunun adına da “olağandışı mahalle turu dedik”. Gelen her seyirci bir harita alıyor ve kendi isteğiyle gidiyor. Burada da ne vardı mesela? Enteresan olan bazı dükkan sahipleri, bazı esnaflar kendileri de o performansın içinde olmak istediler ya da yani iş ilişkimiz sürecinde öyle gelişti diyeyim. Sonuçta gerçekten böyle üç hafta üst üste yaptığımız tamamen kendi fonlarımızdı. Bir fon falan da yok yani kendi isteğimizle, hevesimizle yaptığımız bir performans oldu o olağandışı mahalle turu. Oradaki uyuşmazlık çok net bir şey. Hani şu konuda anlaşamadık, ters düştük değil de oradaki uyuşmazlık aslında baştan birbirimize güvenecek o ilişkiyi kurabilmek süreci ve çabasıydı. Hani oraya devamlı gitmek, orada kalıcı olduğumuzu göstermek, iyi niyetli ve bundan para kazanmadığımızı da göstermek de orada bir şeydi. Çünkü bu paralı bir proje de değildi. Gerçekten iki tane genç sanatçının başlattığı, orada böyle bir alternatif bir şey yapalım ve esnafı da işin içine katalım projesiydi. O da bu ilişkileri nasıl kurabileceğimiz açısından öğretici oldu. Çok büyük bir aramızda anlaşmazlık çıktı falan değildi ama aslında baştan o ilişkiler nasıl kurulursa biraz da öyle ilerliyordu. Bütün o süreci, dükkanları, esnafı, ilişkileri yönetmek. Aslında şimdiden bakıyorum, çok büyük bir şeymiş yani on tane farklı mekan, on dükkan var
İE-Ve siz bunun eğitimini almadınız?
IşılE-Ya evet tabii ki ben bir conflict management ya da işte hani anlaşmazlık üzerine bir uzmanlık, bunu nasıl yönetebileceğim konusunda bir eğitim de almamıştım. Ve o dönem ben şimdi neredeyse 10, 15, 16 yıldır üniversitede ders veriyorum ve şey diyebilirim hani alaylı gibi üniversitede verdiğim dersler oradan yetiştim yani conflict konusunda. Çünkü yirmili yaşlarımın ortasında başladım ders vermeye ve düşünürsen aslında o öğrencilerden birkaç yaş daha büyüktüm ve orada da oluyordu conflict. Neden oluyordu ki ben kendimi çok otoriter bir hoca gibi, kendi güvensizliğimden dolayı o dönemde tabii otoriter olmaya çalışıyordum. Bir de gelmişim Amerika'dan, oradaki öğrendiğim lisansımı Türkiye'de yapmıştım Boğaziçi'nde ama mastırı Amerika'ya gittiğimde bütün düşünce biçimim şekillendi. Yani benim okulumda şeydi herkes konuşur, herkes tartışır, seminer olurdu daha çok, Türkiye'ye geldim, bunu uygulamaya çalışıyorum. Öğrencilere bir şey soruyorum, kimse cevap vermiyor. Çünkü öyle bir eğitim sisteminden gelmiyoruz. Yani hoca anlatır, öğrenci de bakar, kafa sallar. Kafası başka yerdedir ama işte fiziki olarak oradadır falan gibi. Olmayınca ben bastırıyorum ama daha otoriter bir yerden bastırıyorum. Bu sefer öğrenciler tepki gösteriyor. İşte. Tam bir conflict aslında orada ve conflictte yani 30 kişiye karşı bir kişi yani o da çok zor. Çünkü onlar bir anda örgütleniveriyor, öğrenciler de yani.
Ve tabii bunları deneyimleyerek, ben belki rahatladıkça sınıfın içinde ve ben daha kendimle de dalga geçerek ya da daha rahat anlatarak veya gerçekten onların duygu durumlarını işin içine katarak, kendi duygu durumumu da işin içine katarak, çok açık ve kalpten bir şekilde paylaştıkça, kendimi olduğum gibi ortaya koydukça yani öğrenciler de değişti. Yani zaman içinde oldu. Hani bu böyle, şunu uyguladım, şu metodu uyguladım gibi bir şey diyemem. Çünkü ben uzlaşmazlık eğitimi almadım.
İE- Pratikte geliştirdiğin birtakım şeyler var. Diyalog, açıklık, dinleme, onların bir kısmını bilen birisi olarak, onları öğrenmiş gibi alaylılıktan onları geliştirmişsin aslında.
IşılE- Evet. Yani bu dönem içinde aldığım eğitimler mesela derin dinleme eğitimi aldım ama daha çok yeni oluyor bunlar. Veya derin demokrasi eğitimi aldım. Hani bunlar beni gerçekten geliştiren şeyler oldu ama ben zaten bunları bu eğitimleri alınca “Aaa ben bunları yapıyorum, adını bilmiyorum” falan demeye başladım. Bu Türkiye'de de öğrendiğimiz, hepimiz o rollerin dediğim gibi yani sen öğretmensin anlatırsın, öğrenci dinler, sana saygı gösterir. Senin dediğin doğrudur, böyle bir şey yok. Hocaların dedikleri de her zaman doğru olmayabilir ya da en azından doğru olsa bile bu tartışılabilir, eleştirilebilir. Yani bu yapıcı eleştiri diye bir kavram var işte “Constructive Criticism”. Bir kere bunu uygulamak çok önemli ve belki de benim çok sevdiğim başka bir şey. Biz derslere mesela her zaman ufak bir bedensel egzersizle başlıyoruz şimdi öğrencilerimle. Şimdi Berlin Sanat Üniversitesi’ndeyim.
İE- Peki, senin gibi böyle, toplumla işbirliği içerisinde sanat projeleri yapmak isteyenler ya da bu konuları hiç bilmeyen ama toplumla temas halinde olan benzer anlaşmazlıklar yaşayanların bu kasları nasıl geliştirmesini önerirsin?
IşılE- Keşke böyle bir eğitim olsaydı da ben de bunun hani sanatçılar için özel tabii ki eğitimler var ama hani sanatçılar için... Gerçi şimdi ben biraz buna eğiliyorum ve ben bu tecrübemi aktarmak istiyorum. Yani bir araştırma konum aslında bu olacak.
İE- Sanat eğitiminin yeni bir şeyler içermesini istiyorsun? Yani sanat eğitiminin, piyasa mekanizmalarının bunlara pek açık olmadığını bana aktarmıştın.
IşılE- Yani sanat eğitimi de sanat pratikleri, yapılan sanat işleri de işte bu alanda yapılan ortak üretimli sanat işleri de… Yani bu nasıl işler, nasıl yürür? Her şey teoride kalıyor ve onları gerçekten pratiğe uyguladığın zaman, bir sürü iş de biraz göstermelik oluyor. Yani böyle samimi işler de var tabii. Genellemeyelim yine. Ama böyle sadece göstermelik ve sergiler için yapılan sergi sürecinde olan, sergiden sonra da toparlanan ve duvarda bir arşivde kalan. Aslında bu baktığımız şeyin olayı: yani ilişkiler değil, diyalog, ilişki, temas, iletişim. Bu çok duvara asılabilecek bir şey değil, arşivlenebilecek bir şey değil. Tecrübe edilecek şeyler bunlar. Ben şimdi biraz bunu aktarıp hem bir yandan insanlara yaratıcılık açma workshopları da veriyorum. Nasıl yapıyorum? Yani sadece üniversite öğrencilerine değil. Kendim verdiğim workshoplar da var herkesin katılabileceği veya işte bunları da biraz böyle aktarmak istiyorum.
Ego rollerinden ya da bize yüklenmiş o belli rollerden, eşitsiz o rollerden sıyrıldığımız zaman zaten daha nötr bir yerden, daha ortadan bir yerden bakmaya başlıyoruz ve o uzlaşmazlık otomatik olarak, yüzde olarak çok azalıyor. Akademisyen kariyerimde bir sanatçı ve akademisyenliği bir arada yürütmeye çalışıyorum. Şu an doktora kitabım çıkacak ve o doktora kitabımda da daha doğrusu doktora projemde de Gezi sonrası Türkiye'sinde, Gezi sonrası atmosferinde altı tane sanatçı kolektifi ile birlikte çalışarak o kolektif yapıdan aslında nasıl işler çıkarabildiklerini ve o kolektifliğin, ortak çalışmanın onlara ne sağladığını irdeledim, araştırdım. Oradaki o kolektiflerde çalışma süreci de benim için bir deneyim oldu. O sırada fark ettim ki aslında ortak çalışmak ve bu birliktelik sadece bize iş anlamında bir tatmin getirmiyor. Bu bize müthiş bir duygusal tatmin de getiriyor. Yani belki ikisi birbirinden ayrılmaz ama bu sadece profesyonel bir şey değil. O aslında hayattaki o en temel güvenli bir bağ kurmak başka bir grup insanla ve bu sadece böyle bir aile ilişkisinde değil ya da partner ilişkisinde değil de iş ilişkisinde de bu güvenli bağların kurulabilmesi, müthiş bir duygusal açıklık ve bu da yansıması olarak profesyonel açıklığa sebep oluyor. Bunları keşfettim doktora çalışmamda ve bunun sonucu sadece güzel sanat işleri yapılmıyor yani aslında. O sanat işlerinin arkasındaki o duygusal potansiyele de ve paylaşıma da baktım. Özellikle biraz conflict’e eğilmek istiyorum. Neden conflict’ten bu kadar kaçıyoruz sanat eğitiminde, sanatçılarda neden bu hiç konuşulmuyor, tartışılmıyor ve aslında bunu nasıl konuşabiliriz? Yani bu da çok zor, bu da çok normal, işin parçası, hatta parçası olması gerekiyor. Uzlaşmazlık olmazsa çünkü uzlaşıya nasıl varacağız? Yani hep yüksek.
İE- Bir de zaten hayatın içinde bir şey bu. Yani çok normal olması. Bunu böyle görmediğimiz için “Allah’ım şimdi tartışma çıktı, nasıl bunu hemen şey yapalım” var. Ama sadece sanatçılar da yok. Korkma.
IşılE- Tabii ki farkındayım. Sonuçta ben de toplumda bir Türkiye'den yetişme bir insan olarak. Yani o neler, değil mi? Yani en basitinden ailemizde yani benim ailemde hiçbir zaman konuşulmaz bu anlaşmazlık. Yani kavga edilsin istenmez. Çünkü anlaşmazlık kötü bir şeydir yani farklı fikirler söylemek, anlaşmada bunun sana uymadığını söylemek. Genel olarak böyledir. Yani bu hal altı edilir ama sonrasında başka yerlerden patlar. Biz böyle bir toplumdan gelmişiz. Burada yetişmişiz. Her şey siyah-beyaz. Farklı fikri olan kınanır. Ondan sonra, olmaz der kaldırılsın, yasaklansın yani böyle bu kadar zaten siyah beyaz bir toplumdan gelip, bunları farklı bir alternatif olabileceğini keşfetmek, öğrenmek yani bunlar benim için kişisel olarak zaten çok büyük deneyimler oldu. Hem şanslıydım hem de kendim de bu işin üzerine giderek kendimi de geliştirdim ve farklı olabileceğini tecrübe ettim ve başkalarına da gösteriyorum bunu. Dediğim gibi yani sınıflarımızda workshoplarımda.
İE- Sen diyorsun ki korkmadan üstüne giderek! Senin yaptığın öyle olmuş, başkalarına belki ne önerebilirsin?
IşılE- Üstüne gitmek de demeyeyim. Çünkü o da böyle sanki biraz tetiklemek gibi oluyor ama. Uzlaşmazlığında normal bir şey olabileceğini, hayatın bu ya da iletişimin bir parçası olabileceğini düşünerek yaklaştığımız zaman ya da anlaşmazlığın ya da farklı fikirlerin ya da bunun bir şekilde belki de bize ne katabileceğini, bir yerden nasıl esneyebileceğimizi, karşı tarafın nasıl esneyebileceğini böyle düşünme yapısına başladığımız zaman zaten kurduğumuz diyalog da daha farklı oluyor. Ama tabii ki yani bu her zaman, her noktada mükemmel yapabildiğimiz bir şey değil. Yani dediğim gibi zaten böyle bir toplumdan geliyoruz, böyle öğrenmişiz. Ama bu yavaş yavaş bu kasları geliştirip kullanarak, bir de dinleyerek, yani dinlerken kendi düşünce yapımıza, kendi duygularımıza odaklanmak yerine, o karşıdakinin nelerden geldiğini hissederek, anlayarak, ona açık olarak dinlemek. Bunlar biraz o başlangıcı sağlıyor.
İE- Çok teşekkür ediyorum Işıl, benimle konuşmayı kabul ettiğin için ve bunlardan bahsettiğin için.
IşılE- Ben teşekkür ederim. Hem çok güzel bir iş yapıyorsun. Gerçekten bu özellikle bence bizim ülkemiz için çok temel ve daha da çok konuşmamız gereken bir mesele. O yüzden ben teşekkür ederim İdil.
İE- Bu programda bir sanatçının deneme yanılma ile bilmeden, işlerini yapmaya çalışırken karşısına çıkan anlaşmazlıkları çözmeyi öğrenmesini ve bunları çözerken aslında geliştirdiği metotları fark etmesini, diyalog, iletişim, dinleme gibi ve aslında buna her meslek grubunun ve genel olarak toplum olarak çok ihtiyacımız olduğunu konuştuk Işıl Eğrikavuk ile. Sanatçılara bu açıdan gerçekten her zaman destek olmak isterim. Bu ister bir eğitim ister bir farkındalık ister, başka türlü olabilir. Sizlerden, sanatçılardan gelecek önerilere kesinlikle çok açığım. Ben de bu podcastte iki sanatçıdan destek aldım, alıyorum. İlki Anlaşabiliriz’in açılışında ve kapanışında kullandığım “Yaza Kadar” parçasını bestelemiş olan İmre Hadi ve çektiği fotoğrafı kullanmama izin veren Zeren Göktan. Dolayısıyla ikisine de tekrar teşekkür ederken bölümü beğendiğinizi umuyorum. Bir sonraki programda görüşmek üzere.
Sanatçı, Aktivist, Hoca
Dr. Işıl Eğrikavuk, Berlin Sanat Okulu’nda medya ve iletişim bölümünde çalışmaktadır. Masterini, The School of the Art Institute of Chicago’dan aldı. İstanbul Bilgi Üniversitesinde iletişim doktorası yaptı.