My guest Tom Kosakowski is Health Sciences Ombuds…
My guest Tom Kosakowski is Health Sciences Ombuds at the University of Southern California. Tom explains how ombuds programs were initiated in the US in the late 1960’s and how they have evolved and progressed over time by serving all stakeholders. He also talks about how the changing university student profile is contributing to the adoption of these programs and why ombuds programs are needed. We also address how medical schools are unique settings for ombuds’ services and what the future of ombuds as an institution will be across the globe. As an institutions, ombuds seems to be growing and has proven to have helped universities be more progressive and compassionate in the last three decades.
İdil Elveriş: Bugünkü programda konuğum Güney Kaliforniya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Kampüsü ombudsu Tom Kosakovski.
Uyuşmazlık çözümü üzerine yayınlar yaptığım Anlaşabiliriz’e hoşgeldiniz. Ben İdil Elveriş. Bugünkü programda konuğum Tom Kosakovski. Kendisi Güney Kaliforniya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Kampüsünün ilk ombudsu olma görevini Ocak 2019’dan bu yana sürdürüyor. Bu görevde Tom, eğitim hastanesi, tıp fakülteleri ve eczacılık, araştırma laboratuvarları ve kampüs dışı klinikler bünyesinde bulunan akademisyenler, personel, idareciler, stajyerler ve öğrencilerle çalışıyor. Bu görevinden önce, Kaliforniya Üniversitesi Losencılıs sağlık sisteminde ombuds olarak 12 yıl çalıştı. Ayrıca Uluslararası Ombudsmanlık Birliği yönetim kurulunda yer almış, bir süre başkanlık yapmış ve aynı zamanda birliğin dergisinde hakemlik yapmıştır.
Tom, sıklıkla yeni ombudslara eğitim vermekte, koçluk yapmakta ve ombuds adlı blogunda 2006’dan bu yana paylaşım yapmaktadır. Tüm bunlardan önce ise avukatlık ve Losencılıs Yüksek Mahkemesi nezdinde arabuluculuk yapmıştır. Tom, Oksidentıl Kolejinden mezun olmuş ve hukuk derecesini Loyola Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden almıştır. Görüldüğü üzere, Tom ombudsluk kurumuyla yakından ilgili ve onun sayesinde, Türkiye’de bir üniversitede de halihazırda bir ombuds bulunduğunu öğrendim. Tahmin edebileceğiniz gibi, ombudsluğun özellikle üniversitelerde neden gerekli olduğu; sağlık sektöründeki yaygınlığı ve geleceği hakkında epey konuştuk.
Şimdi Tom ile yaptığım görüşmeye geçelim. Benimle görüşmeyi kabul ettiğin için teşekkür ederim Tom.
Tom Kosakowski : Benim için bir zevk.
İdil Elveriş: Neden üniversitelerde ombudsluk ofisine ihtiyaç duyulduğunu anlatabilir misin? Bu ne zaman başladı?
Tom Kosakowski: Amerika Birleşik Devletleri’nde bu kurumun tarihi çok eskilere dayanmıyor. Üniversite ombudsları, 1960'ların sonları, 1970'lerin başlarında, özellikle Vietnam Savaşı ile ilgili protesto dalgalarının başladığı ve öğrencilerin üniversite yöneticileri tarafından dinlenilmediğini düşündükleri zamanda ortaya çıkmaya başladı. Bu dönemde birkaç üniversite, öğrencilerin sorunlarına ilişkin aracılık yapmalarını sağlamak için ombuds atamaya başladılar. Mişigın Üniversitesi 50 yıl öncesine dayanan ve en uzun süredir faaliyet gösteren ombudsluk ofisine sahip. Bunu hızlıca takip eden birkaç üniversite daha oldu. Bu ilk ombudsların neredeyse tamamı erkekti. Bu kişiler içeriden, rektörlerin uzun zamandır güvendiği, aynı zamanda empati yetisi yüksek, öğrencilerin endişelerine karşı duyarlı ve idarenin, öğrencilerin sorunlarını anlamasına yardımcı olabilecek birer aracıydılar. Bir anlamda öğrencilerin avukatlığı rolünü üstlendiklerini düşünüyorum. O zamandan günümüze bu alan çok gelişti. Ombudsların büyük bir çoğunluğu artık sadece kampüs içerisindeki öğrenciler için değil, aynı zamanda tüm paydaşlar için hizmet veriyorlar. Ombudsların bir grubu savunma yetkileri yok, daha ziyade tarafsızlar. Nitekim ombudsluğun uluslararası meslek örgütü olan Uluslararası Ombudslar Birliği’nin ortaya koymuş olduğu dört etik standart var. Kurumsal ombudsların büyük çoğunluğu bu dört kuralı takip ediyor. Artık ombuds programları olan yüzlerce üniversite var.
Üniversite, kökeni orta çağa dayanan kurumlardan biri ve bugüne kadar bu pek gelişmedi. Hala üniversite içinde yerleşik birçok hiyerarşik yapı var. Kadrolu öğretim üyelerinin hala ayrıcalıkları var ve kurumlarda diğer çalışanların maruz kaldığı baskılardan muaflar. Öğretim görevlilerinin ciddi şekilde korunduğu büyük bir güç dengesizliği var. Bu yüzden bazen öğrenciler ve personel kendini çok dezavantajlı hissedebiliyor. Aynı zamanda, üniversiteler çok çeşitli yerlerden gelen öğrencilerle dolmaya başladı. Ailesinde birinci nesil üniversite öğrencisi olanlar var. Her renkten, daha fazla uluslararası insanı çekiyoruz. Böylelikle yeni ve farklı sesler üniversiteye geliyor ve kendi yollarını bulmaya çalışıyorlar. Tüm bunlar bir yerde yanlış anlaşılma ve çatışmaya ortam yaratabilir. Üniversiteler de buna cevaben değişmeye çalışıyor. Bu çerçevede ombudsluğun, hem yardım arayan bireylere destek olabilecek hem de bir bütün olarak kurumdaki farklı eğilimlere ve temel endişelere cevap vermek için özel bir imkan olduğunu düşünüyorum. Uluslararası Ombudslar Birliği, ombudsun rolünü şöyle tanımlıyor. İlki, ofislerine gelen bireylerin kişisel ve özel meselelerinde uyuşmazlık çözümü uzmanı olarak yardımcı olmak. İkincisi, gayrı resmi olarak duyduğu şeyler hakkında üniversitenin bilgi sahibi olmasına ve bunlara yanıt vermesine yardımcı olmak ve yürürlükte olan resmi mekanizmaları desteklemek için yukarı doğru bir geri bildirim mekanizması işlevi görerek örgütsel değişimin öncüsü olmaktır.
İdil Elveriş: Aslında temelde, sosyal bir huzursuzluğa çözüm olmak amacıyla kurulmuş ancak zamanla bugün uluslararası örgütler içinde veya büyük şirketlerde gördüğümüz, kurumsal ombudsluğa kaymış bir kurumdan bahsediyoruz.
Tom Kosakowski: Bence son yirmi-otuz yılda, ombudslar üniversitelerin daha ilerici, daha anlayışlı, daha insancıl olmalarına yardımcı oldu. Bu giderek daha çok kurulmalarının en önemli nedenlerinden biri.
İdil Elveriş: Pek çok üniversitede ombudsluk ofisi yok. Bu ofise sahip olmak bir iyi uygulama teşkil ediyor mu? Bugünlerde üniversitelerin konuya yaklaşımı nedir?
Tom Kosakowski: Elbette, üniversitelerin ombuds ofisine sahip olması gibi yasal bir zorunluluk yok. ABD’de üniversitelerin ve kolejlerin minimum akreditasyon standartlarını karşıladığını onaylayan, kar amacı gütmeyen akreditasyon kuruluşları var. Ve bunlardan bazıları ombudsları iyi uygulama örneği olarak tavsiye ediyor. Bence ombudsluk yüksek öğretimde bir iyi uygulama örneği olarak gelişiyor. Ombudsluğun sadece üniversiteler için değil, her türlü kurum için faydalı olduğunu gösteren araştırmalar var. Yaklaşık on yıl önce, ABD federal kurumlarında işyeri arabuluculuğunun çok büyük bir maliyet avantajı sağladığını, bir işyeri arabuluculuk programı kurmanın çok maliyetli olmadığını ve dava maliyetlerinizi ve çalışanların işten ayrılma oranını düşürdüğünü tespit eden bir çalışma vardı. Bu anlayış ombudslar için de geçerli.
Üniversiteler de işlerin daha verimli şekilde yürümesine yardımcı olabileceğimizin farkına vardılar. Ayrıca dokuzuncu bölüm sebebiyle yüksek öğretimin çehresi de değişti. Dokuzuncu bölüm olarak adlandırılan, üniversitelerin erkek ve kadın öğrencilere eşit davranması gerektiğini söyleyen federal bir düzenleme var. En başta, ilk on yirmi yılda, bu daha çok atletik programlara uygulandı. Mesela yirmi adet erkek spor takımı varken yalnızca iki kadın takımınız olamıyordu. Bu eşitlik uygulamasının başka alanlarda da gelişmesine yardımcı oldu. Kapsamı, hiçbir bireyin cinsiyetinden ya da cinsiyet ayrımcılığından dolayı yüksek öğretimde dezavantajlı durumda olamayacağı şekilde genişletildi. Dokuzuncu bölümün yorumlanma biçiminde bazı değişiklikler oldu, bu da üniversitelere cinsiyet temelinde ayrımcı muameleyi soruşturma konusunda yeni yükümlülükler yükledi. Bunun neticesinde öğrenciler için bazı şeyler değişti. En azından ben öğrenciyken, öğrenciler bir sorun yaşadıklarında güvendikleri bir akademik personelin yanına gidip, başıma geçen hafta kampüs dışında şöyle kötü bir olay geldi, çok üzüldüm, kime güveneceğimi veya kime gideceğimi bilmiyorum diye anlatırlardı. Profesörler de kendisine dert yanan öğrenciye bazı kaynaklar sunardı. Dokuzuncu bölümün şimdiki yorumlanma şekli, hocanın üniversitenin bir çalışanı olarak, bu tarz bir konuşmayı artık sır olarak saklayamayacağı şeklinde. Soruşturma için bildirmek zorundalar. Bu nedenle öğrenciler, kendilerine tavsiye ve yardım yanında sır saklama imkanı sunan imkanlarda ciddi bir azalma görüyor. Obama yönetimi sırasında bu sorun fark edildi ve bu gibi sorunlarla karşılaşan öğrenciler için daha fazla destek sağlanması teşvik edildi. Bu amaç doğrultusunda daha fazla gizlilik prensibiyle çalışan ofislerin olması gerektiği söylendi ki ombudsluk tam olarak bu tarife uyuyor. Gizlilik ombudsluğun dört etik prensibinden birisidir.
İdil Elveriş: O zaman bu yönde bir eğilim var. Kaç üniversitede ombuds ofisi olduğunu biliyor musunuz?
Tom Kosakowski: Tahminim, üniversitelerin en az yarısının ombuds ofisi olduğu yönünde. Başlangıçta, büyük araştırma üniversiteleri ombuds ofislerine sahipti çünkü çok daha fazla öğrenciye ve ombuds ofisini kurabilecek daha çok mali güce sahiplerdi. Ancak son on yılda, daha küçük okullarda, kolejlerde, devlet yüksekokullarında da bunun benimsendiğini görüyorum.
İdil Elveriş : Ofisin uğraştığı en yaygın sorunlar neler?
Tom Kosakowski: Üniversite ombudsluğunda baskın model, tüm paydaşlara, öğretim üyelerine, personele ve üniversite ile ilgili her türlü konuda bize gelebilecek öğrencilere hizmet vermektir. Azınlıkta olan bir grup üniversite var ki buradaki ombudslar yalnızca belirli programlardaki öğrencilerin sorunları ile ilgileniyorlar. Buna verilebilecek en güzel örnek yalnızca tıp fakültesi öğrencilerine hizmet veren ombudslar. Bunlar tipik değil. Genel olarak, diğer ombudsların yıllık raporlarını okurken gördüğüm şey, başvuranların neredeyse üçte biri ila yarısının personelden oluştuğu. Bu insanlar üniversitede kariyerleri için çalışan ve işyeri kaynaklı sorunları olan ve kime güvenebileceklerini bilmeyen insanlar. Sorunları, akademik olmayan diğer personelin parçası olsun istemiyorlar. Çoğu zaman şikayetleri güçlü bir idareciye karşı olabileceği gibi, profesörlere karşı da olabiliyor. Sorunun çözümünün kolay olmadığına inanıyorlar ve seçenek arayışına giriyorlar. Yarısı bu şekilde personel. Sonrasında en sık başvuran grup öğrenciler, hatta genellikle lisans öğrencileri. Bu öğrenciler yaşam becerileri, üniversitede sosyalleşmeyi öğreniyorlar, evden uzakta yaşıyorlar ve ebeveynleri artık onlar için sorunlarını çözmüyor. Kendilerini birçok karmaşık ilişki ve politikaların olduğu bu ortamda buluyorlar ve yollarını bulabilmek için bir rehbere ihtiyaç duyuyorlar. Özellikle eğer İngilizce ikinci dilleriyse, üniversitenin nasıl bir yer olduğunu anlatabilecek bir aileden gelmiyorlarsa bu onlar için önemli oluyor. Sonrasında öğretim görevlileri, idareciler, bazen ebeveynler bazense mezunlarımız bizi arıyorlar. Bu tipik.
Ben büyük bir tıp merkezi olan bir üniversitede çalışıyorum. Bu çerçevede genel bilgi vermem gerekiyor mu bilmiyorum ama Amerika Birleşik Devletleri'ndeki birçok büyük üniversite, doktorları veya hemşireleri, eczacıları eğittikleri, tıbbi faaliyetlerini gerçekleştirdikleri ayrı bir kampüse sahipler. Çoğu zaman eğitim verebilecekleri en az bir eğitim hastaneleri var. Burada yılda binlerce hastayla ilgileniyorlar. Bu tip tıp merkezleri üniversite yapılanması içerisinde yarı özerk bir konuma sahip. Genellikle ana kampüsten birkaç mil ötede bulunurlar, kendilerine ait hastaneleri ve eğitim binaları vardır. Çoğu zaman üniversiteler bu paydaşlar için ayrı bir ombuds birimi kurar. Sağlık birimlerinin kendilerine has bir kültürü vardır.
İdil Elveriş: Bu heryerde böyle.
Tom Kosakowski: Bu durum çok para ve prestiji ancak aynı zamanda çok fazla yargılama ve uyuşmazlığı da beraberinde getirir.
İdil Elveriş: Bu nedenle siz sağlık sektörüyle ilgili ombudsluk ofisinde çalışıyorsunuz çünkü anlattıklarınızdan anlaşılan sağlığın tamamen farklı bir kategori olduğu. Bu şekilde evrilmiş. Sağlık sektörünün farkı nedir, biraz daha açabilir misiniz?
Tom Kosakowski: Burada çalışmaya başlamadan önce, Los Angeles’da büyük bir devlet üniversitesi olan Losencılıs Kaliforniya Üniversitesi’nin tıp merkezinde ombuds olarak çalışıyordum. Bu sağlık merkezlerinin kendine has özellikleri var. Örneğin teorik eğitim alan öğrenciler ve mesleki pratik eğitim alan öğrencilerin bulunduğu tipik bir üniversite yapılanmasını görebilirsiniz. Genç araştırma görevlileri, kadrosu henüz olmayan öğretim üyeleri, kadrosunu yakında alacak veya olan öğretim üyeleri vardır. Aynı zamanda klinik çalışmaların yürütüldüğü, hastaları tedavi ettiğiniz, ona yönelik talepler ve ana kampüste yapamayacağınız faaliyetler bulunur. Araştırma bazen oldukça kazanç yaratıcı olabilir. Bu nedenle ABD'de çok sayıda tıbbi ve bilimsel araştırma, Ulusal Sağlık Enstitüleri'nce veya diğer federal kurumlarca verilen hibelere yapılmaktadır. Doktorlar ve bilim insanları, araştırma yapmak yeni ilaç veya yeni bir tıbbi-biyolojik süreci anlamak için yeni laboratuvarlar kurarlar. Her yıl araştırma için 2 milyon dolar hibe alırlar. Bu onların öğretim görevlisi maaşlarına ek gelirdir. Bu laboratuvarlar genelde yeni ilaçların, aletlerin ve prosedürlerin patentini, fikri mülkiyetini üretirler. Bu patentlere öğretim görevlileri ve üniversite ortaklaşa sahip olur. Bu sebeple tüm tıp doktorları ve doktora araştırmacıları üniversite için çok kıymetlidir çünkü onlar okula yılda 1-2 milyon dolar getiren, önemli ve üniversitenin prestijini arttıran projeleri sürdüren kişilerdir. Aynı zamanda bu araştırma laboratuvarında yarım düzine insan istihdam edip, öğrencileri eğitirler. Diğer bir deyişle oldukça güçlenirler. Eğer bu insanlar bir de kadroluysa onları işten çıkarmak da bir o kadar zorlaşıyor. Çoğu zaman çalışmalarını tamamen özerk şekilde sürdürüyorlar. Bu sebeple bir uyuşmazlık meydana geldiğinde bunu yönetmek ve kötü davranışları önlemek zorlaşıyor.
İdil Elveriş: Bahsettikleriniz ilginç ve aslında daha önce söylediğiniz şeyle örtüşüyor. Ombuds ofisine gelen şikayetlerin yarısının neredeyse akademisyen olmayan çalışanlardan geldiğini ifade etmiştiniz. Bu insanlar söylemiş olduğunuz yapının içinde sanırım kendini en az güce sahip, yakınmaması gereken kişiler olarak görüyorlardır.
Tom Kosakowski: Doğru. Aynı zamanda personeller uzun zamandır bu kurumlarda çalışmış oluyorlar. Öğrenciler eğitimlerini bitirip derecelerini alıp üniversiteden ayrılıyorlar. Ancak akademik olmayan personel burada on yirmi yıldır çalışıyor oluyor ve bu işlevsel meseleler onlar için önemli bir sorun haline gelebiliyor.
İdil Elveriş: Sağlık sektöründe çalışan olmanın zorluklarından bahsedebilir misiniz? Şu ana kadar konuyu üniversite çerçevesinde kurumsal anlamda ele aldınız. Sizin üniversitede de buna benzer meseleler karşınıza çıkıyor mu?
Tom Kosakowski: Sanırım haklısınız. Burada, Losencılsda şu anda KOVID vakalarında ciddi bir artış görüyoruz. Bu yüzden ön saflarda yer alan sağlık çalışanları ellerinden geldiğince uzun mesai yapıyorken bu sorunların çoğunun bir kenara bırakıldığını düşünüyorum. Vaka sayısı azalmaya başladığında insanların durup nefes almak; geçen yıl neler olduğunu düşünmek ve halletmeleri gereken meseleler olduğunu görmek için zamanı olacak. Muhtemelen o dönemde daha fazla olayla karşılaşacağımızı düşünüyorum. Burada tıp eğitiminde fakülte öğrencileri mezun olup diplomalarını aldıktan sonra üniversitelerinden ayrılırlar ve başka bir kurumda bir süre pratik eğitimi alırlar, buna ihtisas denir. Çömez doktorlar olarak bu eğitimin bir parçası da ilk günden itibaren hastanede hastalarla bir araya gelmek. Bu eğitim genelde üç yıl sürüyor. Çoğu zaman sağlık hizmeti veren bu stajyerlerin, çalışmadıkları zamanda yeni bir şehirde herkesten izole şekilde yaşamaları gerektiğini görüyoruz. Eğitimlerine başladıklarında normalde yaşayacakları sosyal etkileşimleri kaybettiler. Normalde arkadaşlarıyla buluşabilecekken, iş çıkışı danışmanlarıyla yemek yiyebilecekken, aileleriyle hafta sonu piknik yapabilecekken bunları yapamaz oldular. Sadece evden işe, işten eve gidip geliyorlar. Tüm önemli sosyal etkileşimlerden mahrum kalıyorlar ve iş arkadaşlarının neler düşündüğü, nasıl çalıştığı ve onların bakış açılarının neler olduğuna ilişkin bilgileri bu sebeple öğrenemiyorlar. Bu stajyer doktorlar için zor bir dönem. Bunun önümüzdeki yıllarda iletişim kazalarına, yanlış anlamalara ve çatışmalara yol açacağını göreceğimiz fikrindeyim.
İdil Elveriş: Uluslararası bakıldığında, ombuds programlarının geleceği nedir? Dünya bu kurumsal yapının farkına varmaya mı başlıyor? Yoksa sadece ABD’ye mi odaklıyız? Uluslararası Ombuds Birliği’yle iletişim halinde olduğunuzu da biliyorum. Bizimle bu konu hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz?
Tom Kosakowski: Büyümenin devam ettiğini gördüğüm üç farklı alan olduğunu söyleyebilirim. Bunlardan ilki, Birleşmiş Milletler’e bağlı kuruluşlar. Birleşmiş Milletler ombudsmanlık ofisi kurdu. Orada gösterdiği başarı, Birleşmiş Milletler’e bağlı veya onun çalışmalarını örnek alan diğer kuruluşların ombudsluğu benimsemesini getirdi. Kalkınma bankaları, çevrenin, su kaynaklarının korunması veya buna benzer amaçlarla kurulmuş kar amacı gütmeyen kurumlarda da ombuds ofislerinin kurulduğunu görüyoruz. Bunun devam edeceğini düşünüyorum. İkincisi, Avrupa’daki üniversitelerde konuya ilginin arttığını söyleyebilirim. Son birkaç yılda Almanya’da çok sayıda gördüm, bunun haricinde Hollanda’da, Norveç’te ve İsveç’te örnekleri var. Almanya’da bilimsel ombudsa dürüst ve sağlam bir bilimsel araştırma ortamı sağlanabilmesi için bir takım yetkiler veriliyor. Alman üniversitelerinde lisansüstü öğrenciler ve bilim insanları ile çalışan başkaları da var. Hollanda'da, işçi sendikalarından ve öğrenci gruplarından üniversitelerde ombuds ofislerinin kurulmasına yönelik büyük bir baskı var. Avrupa’da ombudslar için kurulmuş bir organizasyon var: Avrupa Yüksek Öğrenim Ombuds Ağı. Bu kuruluş gittikçe büyüyor ve daha önemli bir rol alıyor. Üçüncüsü, uluslararası ölçekte yeni yeni gelişmeye başlayan bir akım, teknoloji sektöründe ombudsların görev alması. Teknoloji alanında büyümekte olan, uluslararası ve birden fazla kültürden insanın çalıştığı şirketler var. Bu şirketler ilerici bir bakış açısına sahip olmak istiyorlar ya da çalışanlarına ilerici bir şekilde yaklaşmak istiyorlar. Bu amaçla yeni ombuds ofislerinin kurma çabalarını görüyorum. Twitter, ilk ombudsunu aramaya başladı ve Pinterest de aynısını yapacak. SAP'nin en az on yıl boyunca bir ombuds programı vardı ve kısa süre önce Kıta Amerikası’nda bir ofisi olacak şekilde genişlediler. Bir sonraki cephe bu olabilir, ilerici olmak istemek ve çalışanlarına iyi davranmak, çeşitlilik içeren bir iş gücüne sahip olmak.
Dürüst olmak gerekirse, bazı yüksek teknoloji şirketlerinin Silikon Vadisi erkekleri arasındaki “abicim” kültüründen uzaklaştı. Bunlar birlikte bir şirket kuran ve başkalarına nasıl davranacaklarına dair pek aydınlanmamış bir grup genç bekar adam. Ombudsluk, bazen bu kuruluşların daha kapsayıcı hale gelmesine yardımcı oldu. Yargı sürecinin, mahkeme kararları ve önemli içtihatlar yaratarak toplumun şekillenmesine ve kurumlara rehberlik ettiğini biliyorum. Bu iyi bir şey. Bazı şeyler var ki bunların mahkemeye taşınması gerekiyor. Elbette ki her uyuşmazlık resmi olmayan şekilde çözülmemeli ancak, eğer kendileri için de uygunsa, insanların bir çözümü müzakere etmek için mümkün olduğunca çok fırsata sahip olması gerektiğini düşünüyorum. İnsanların gidip sorunları hakkında özel olarak konuşabilecekleri; belki bazı beceriler öğrenebilecekleri veya endişelerini çözmenin yeni yollarını belirleyebilecekleri güvenli kaynaklara sahip olmaları gerekir. Bunların hepsinin, işyerini daha sağlıklı, kurumları daha empatik hale getiren, insanlara bireysel olarak yardımcı olan şeyler olduğunu düşünüyorum.
Dünya’da birkaç farklı türde ombuds var. Örgütsel ombudslar yeni bir gelişme, bunun yanı sıra daha uzun süredir var olan ve bazı alanlarda daha baskın bir ombuds türü var. Bazıları onlara klasik ombuds veya yasama ombudsu diyor. Onların ayrı bir kurumları ve ayrı standartları var. Uluslararası Ombudsman Enstitüsü bu tip ombudsları temsil ediyor, koordine ediyor ve bu ombudsmanların savunuculuğunu yapıyor. Klasik ombudsların çoğu, belirli bir yasama organına veya yürütme kurumuna resmi tavsiyelerde bulunabilmek adına soruşturma yetkisine sahip. Bu tip ombudslar zaten 200 yıldır mevcut. Kurumsal ombudslar ise gizlilik ve aynı zamanda resmi olmamakla ünlü. Biz resmi bir sürecin parçası değiliz ya da resmi güçlerimiz yok. Tarafsızlık. Bizler bir grubun hakkını diğer gruba karşı savunmuyoruz. Kuruluşumuzun içerisinde makul ölçüde bağımsızlık var. Olağan işlerimizle uyuşan başka görevlerimiz de var. ABD’de klasik ombudsluk düzeni var, birçok eyalette bu kurumu görebilirsiniz. Bu ombudslar yasama tarafından atanır. Bazı belirli endüstriler için olanlar da var. Uzun vadede sağlık sektörü bizim bildiğimiz anlamda klasik ombudsa sahip. Maden çıkarma sektöründe bildiğim kadarıyla bir ombuds çalışıyor. Shell petrolleri de bilgim çerçevesinde ombuds programı yürütüyor.
İdil Elveriş: Bu güzel Kaliforniya sabahında bana zaman ayırdığın için çok teşekkür ederim Tom.
Tom Kosakowski: Benim için büyük bir zevkti. Sana ve dinleyicilerine daha fazla bilgi vermekten her zaman mutluluk duyarım.
İdil Elveriş: Bu programda konuğum Tom Kosakovski’ydi. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki üniversitelerde ombudsmanlık programlarının nasıl başladığını, değişen üniversite öğrenci profilinin üniversitelerin hiyerarşik yapısına rağmen bu programların benimsenmesine nasıl katkı sağladığını kendisiyle konuştuk. Üniversiteler, ombudsların yarattığı tarafsız ve gizli ortam sayesinde, sadece öğrencilerin ve idari personelin değil akademik personelin de idarenin taleplerine ve kendilerine karşı daha ilgili davrandığını hissetmesini istiyorlar. Tıpkı işyeri arabuluculuğunda olduğu gibi, ombuds da sadece üniversitelerde yok. Tom'un çok hoş bir şekilde bahsettiği gibi, bazı Silikon Vadisi firmalarında var olan “abicim” kültüründen kurtulmada da fayda sağlayan ombuds, yöneticiler bakımından bir geri bildirim mekanizması olarak çalışıyor. Tıp fakültelerinin de ombuds hizmetleri için benzersiz ortamlar olduğunu da anlıyoruz. Ayrıca yalnızca Amerika’da değil aynı zamanda Avrupa’da ombudsluk kurumuna olan ilginin arttığını görüyoruz.
Umarım programdan memnun kalmışsınızıdır. Tom’un fotoğrafını Anlaşabiliriz’in Instagram sayfasına yükleyeceğim. Son olarak müzisyen İmre Hadi ve sanatçı Zeren Göktan’a eserlerini podkestte kullanmama izin verdikleri için ve Şimal Efsane Yalçın’a Türkçe çevirisi için teşekkür ederim. Bir sonraki programda görüşmek üzere.
Health Sciences Ombuds, University of Southern California
Tom became the first Ombuds for the Health Sciences Campus at the University of Southern California in January 2019. In this role, Tom works with faculty, staff, administrators, trainees, and students affiliated with five teaching hospitals, schools of medicine and pharmacy, research laboratories, and off-campus clinics.
Before this, he was the Ombudsperson for the UCLA Health System for 12 years. He served on the Board of Directors of the International Ombudsman Association including a stint as President and is a reviewer for its journal. He frequently teaches and mentors new ombuds and has published 'The Ombuds Blog' since 2006.
Prior to this, he worked as an attorney and served as a court-appointed mediator of the Los Angeles Superior Court. Tom graduated from Occidental College and earned his JD from Loyola Law School.