Depremlerden sonra kaçınılmaz olarak sorumlu aray…
Depremlerden sonra kaçınılmaz olarak sorumlu arayışı başlıyor. Ancak bu sürecin mahkemelerde yapılması halinde, hem sonuç almak yıllara yayılıyor hem de ispat meseleleri gündeme geliyor. Oysa depremzedelerin bir de bununla -hele avukatsız- uğraşacak takati olmuyor. İşte bu nedenle başka ülkelerde örneği görülen komisyon fikrini ele aldım. Sadece depremzedeler değil bu süreçte rol oynayan yerel ve merkezi yönetim ve inşaat sektöründen kişilerin de birbirini dinlemesini sağlayacak bir mekanizma toplumsal öğrenme için gerekli. Programda Ken Feinberg’ün görev yaptığı 11 Eylül Komisyonu’ndan bahsetmiştim. Komisyona dair Netflix filminin traileri burada: https://youtu.be/OOAemeB9CAw. Feinberg ile yapılan podcast mülakatının linki de burada: https://gimletmedia.com/shows/without-fail/5who4m/the-tragedy-expert.
Uyuşmazlık çözümü üzerine yayınlar yaptığım Anlaşabiliriz’e tekrar hoşgeldiniz. Ben İdil Elveriş.
Bugün uzun zaman sonra ilk kez Türkçe bir program yapacağım. Çünkü hepimizi derinden sarsan bir deprem yaşadık. Bu nedenle size daha önceki programlardan birinde ele aldığım hak sahiplerine tazminat ödemesinin komisyon kurarak yapılması fikrini, depremde sevdiklerini kaybedenlere uyarlamak istiyorum. Bu konuda Politik Yol’da yazı da yazdım ama daha çok kişiye ulaşması için fikri dile getirmek de istedim. Dolayısıyla bugün Anlaşabiliriz’in konuğu benim.
Görebildiğim kadarıyla depremin cezai ve hukuki sorumlularını belirlemek için delil toplanması da dahil olmak üzere bir çok baro ve çeşitli avukat grupları bilgi paylaşımı yapıyor. “Adaletin” yerine gelmesi için mahkemeleri adres gösteren bu iyi niyetli girişimler önemli bir sorunu atlıyor. Depremzedeler gibi hem travma yaşamış ve kırılgan durumda olan hem de halen en temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk çeken insanlar, mahkemelere başvurmaları durumunda, iddialarını ispat etmek durumundalar. Bunu avukatsız yapmaları imkansıza yakın. Dahası, bu sorumlu arama girişimleri yıllarca sürebilir ve yine de sonuçlanmayabilir. Nitekim, 1999 Gölcük depreminde müteahhitlere açılan 2100 davadan 1800’ü şartlı salıverilme yasası ve hukuki boşluklarla cezasız kaldı; kalan 300 davanın 110’unda mahkumiyet kararı ertelendi ve diğer davalar da 2007’de zamanaşımıyla düştü. Sakarya’da 695 davadan 5’inde; Kocaeli’nde 600 davadan 12’sinde; Yalova’da 173 davadan birinde mahkumiyet çıktı. İstanbul’da tek mahkumiyet kararı çıkmadı.
Ölü sayıları şimdiden 50bine yaklaşırken, geride kalanların mahkemelerde dava açmaktan başka yol sunulmaması durumunda, mahkemelerde bu mağdurların dinlenmesini sağlayacak bir usul ve zaman yok. Yargılama suç failleriyle ve onların haklarıyla ilgilenilen bir süreç. Suç mağdurları adeta tanık konumundalar. Dahası, ceza yargılaması toplu sorumluluk kurarak hesap verilecek bir mekanizma olarak tasarlanmış değil, daha çok bireysel sorumluluklar için kurulmuş bir mekanizma. Dolayısıyla insanların hem sonuçsuz kalacak bir yola hem de yaşadıklarının hiçbir önemi yokmuş gibi işleyecek bir usulle karşı karşıya bırakılıyorlar.
Bütün bunlar bilinmezmiş gibi, fail olduğu düşünülen kişilere veya kurumlara “yargılanacaksınız” yahut “cezanızı çekeceksiniz, hesap vereceksiniz” sözlerinin sıklıkla dile getirilmesi, faillere bedel ödetmeyi seçerken, yüzbinleri bulan mağdurların ne istediği yahut beklediği ile ilgilenmiyor. Gerçekten bizim istediğimizin mağdurlarca da paylaşıldığından emin miyiz? Araştırmalar, mağdurların bir suçla karşı karşıya kaldığında bunlardan önce, bu olayın başlarına niye geldiğini; kendilerine ne olacağını; yahut kendilerine ne yapılabileceğini anlamak istediklerini gösteriyor.
Diğer yandan, ülkenin bulunduğu yer itibarıyla bu tarz olayları daha da yaşayacağı belli olan bir toplumda, böyle bir felaket sonrasında bir öğrenme, ders çıkarma sözkonusu olacaksa, sadece bir tarafa “gününü göstermeye odaklanarak” bir sonuç elde edilmesi mümkün değil. Tam da bu nedenle, fail(ler)e ceza istenirken, bir çok ülkede onarıcı adalet süreçleri eliyle mağdurlarla failler arasında diyalog kurularak onarım sağlanmaya çalışılıyor. Böylece bir eylemden doğan zarar, o eylemden etkilenen tarafları bir araya getirerek, bu zarar veya yanlışın onarılmasını konuşmalarıyla sağlanıyor. Bir başka deyişle, bu yaklaşımın ceza yargılamasından en büyük farkı, eylemdeki tüm sorumluluğu “suç işleyen”e atarak; ona bir ceza “keserek”; adalet otomatikman yerine geliyormuş gibi bakmaması.
Bir çok insanın cezasızlık kaygısı yaşaması da anlaşılır. Ama ceza vererek, suç işlenmesinin önlendiği bir efsaneden ibaret. Hem kriminoloji bunu terk etti hem de siyasi bir sorunu, ki o da ülkedeki imar, yapı, güvenlik işleri ve bunların çözümü siyaset gerektiriyor, mahkemelere havale ederek çözmeye çalışmak gerçekçi değil. Bir çok sorunu böyle halletmeye çalıştığımızdan sonuç alamıyoruz.
İşte bu nedenlerle depremzedeler için mahkeme yolu yerine, bir deprem komisyonu kurulmalı. Hatta depremin yaşandığı on şehir için ayrı bir komisyon kurulması daha etkin olabilir. Komisyon, depremde kaybedilen insanların ölmeden önceki gelirleri, standart yaşam süreleri ve diğer kriterler uyarınca belirlenecek meblağlarla geride kalanları maddeten tazmin etmeye odaklanmalı. Bunun yıkılan evlerle ilgili olmadığı, halihazırda bir kısmı için zaten zorunlu deprem sigortası olan DASK poliçesi olduğu hatırlanmalı. (2023 için belirlenen bedel 650bin YTL civarında olsa da).
Ancak bu Komisyon’un sadece bir hesap kitap işi, bir para ödeme mekanizması olarak düşünülmesi yanlış olur. Tam da onarıcı adaletle ilgili temel kavramlar açısından dile getirmek gerekirse, depremzedeler sadece evlerini, eşyalarını ve aile üyelerini kaybetmediler. Aynı zamanda, anılarını temsil eden binaları, içinde yaşadıkları mahalleyi, onu oluşturan insan topluluğunu, komşularını ve şehirlerini kaybettiler. Tümünün hikayeleri var. Çoğu başka illere taşınıyor, bugüne dek yaşadıkları şehre belki geri dönecekler belki dönmeyecekler. Komisyonlar bu anlamda sadece şehirde kalanlara değil, o şehrin insanlarının dağıldığı yerlerde de toplanarak, mağdurları dinlemeli. Kısaca, mağdur odaklı olmalı.
Buna benzer bir Komisyon, ABD’de 11 Eylül saldırıları sonucunda kuruldu. Başına da Kenneth Feinberg adlı ünlü bir avukat getirildi. Feinberg, adını ilk kez ABD’nin Vietnam Savaşı’nda ordunun agent orange adı verilen bitki öldürmeye yönelik bir ilaç kullanmasından dolayı, savaştan dönen gazilerin ve sonra doğan çocuklarının yaşadıkları sinir ve diğer hastalıklar nedeniyle açılan davada görev almasıyla duyurdu. Kamuoyunun hassas olduğu dava, gazilerin yaşadıkları zarar ve çektikleri acı ile kimya endüstrisinin ürünü olan ilacın arasında illiyet bağı (neden-sonuç ilişkisi) kurulup kurulamayacağı arasında gidip geldi. Davaya bakan hakim, davanın kendisinin vereceği kazanan ve kaybeden ekseninde değil, tarafların sulh olarak anlaşmayla bitmesi gerektiğini düşündü ve Feinberg’den tarafların müzakere etmesi için aracılık etmesini istedi. Taraflarla görüşen Feinberg, davanın anlaşmayla bitmesini sağladı. Bunun üzerine Feinberg, ABD’nin Virgina Tech ve Sandy Hook gibi okullarında gerçekleşen silahlı öldürme; Meksika Körfezindeki petrol platformu yangını Deepwater Horizon; Boston maratonu bombalaması ve diğer ürün sorumluluğu olaylarında da görev alan bilinir bir kişi oldu. Tazminat miktarlarını ise bazen devlet, bazense ürün sorumluluğu olaylarında olduğu gibi şirketler ödedi. Bu nedenle Deprem Komisyonu’nda da ödemelerin hem merkezi hem yerel hükümet hem de son yıllarda ülkenin en büyük karlarını elde etmiş inşaat sektöründen gelecek katkılarla oluşturulması oldukça yerinde olur.
Feinberg, ücretsiz görev yapmayı kabul ettiği bu Komisyon kurulunca, sadece bir kişinin kazandığı maaşa göre kaç para alacağına dair bir değerlendirme yapmamış. Kendisi ile görüşmek isteyen herkesle görüşmüş. Ki 11 Eylül saldırılarında 3000’den fazla kişinin ölümü sözkonusuydu. Feinberg gerek olmadığını söylemesine rağmen, kendisiyle görüşmeye “benden kimin alındığını görmenizi istiyorum” diyerek evlilik videosunu izleten bir kadınla karşılaşmış. Yahut itfaiyeci eşinin öldüğünü, 6 ve 4 yaşında iki çocuğu olduğunu söyleyen bir kadın, alacağı parayı anladığını ama bu paranın ödenmesini bekleyecek zamanı olmadığını ifade etmiş. Paranın kendisine 30 gün içinde verilmesini zira 10 hafta ömrü kaldığını anlatmış. Kendisi öldüğü zaman çocuklara, eşinin bakacağını eşiyle konuştuklarını, ama o aniden ölünce işin kendisine kaldığını anlatan kadın, sağlıklı olduğu kısa sürede bir vakıf kurması, çocuklar için vasi tayin etmesi gibi şeyler yapması gerektiğini anlatmış. Feinberg, Hazine ile konuşup sorunu çözmüş ve kadın da sekiz hafta içinde ölmüş. Bu tarz hikayelerin herhangi bir mahkeme sürecinde dile gelmesinin mümkün olmadığını, kişilerin hakkaniyet duygusunun bir nebze yerine gelmesinin bu tarz imkanlardan geçtiğini unutmamak lazım. Kısaca insanlar, para konuşmaktan çok ölenlerin tanınmasını; hikayesini anlatmayı ve genel olarak, dinlenmeyi istiyor.
İngilizce bilenler için Feinberg’in bu süreçte başına gelen ilginç hikayeleri anlattığı podcast’ı dinlemek mümkün: https://gimletmedia.com/shows/without-fail/5who4m/the-tragedy-expert.
Feinberg’ün 11 Eylül komisyonunda yaptıklarını anlatan Netflix filmi de var. İsmi Worth.
Bu programda hak aramanın yolunun ille de mahkeme olmasına gerek olmadığından bahsettim. Bölümü beğendiğinizi umarım.
Son olarak programı, yarattığı müzik parçasını kullanmama izin veren müzisyen İmre Hadi ve çektiği fotoyu kullanmama izin veren sanatçı Zeren Göktan’a teşekkür ederek kapatmak istiyorum.
Teşekkürler ve bir sonraki programda görüşmek üzere.